Wednesday, September 29, 2010

On yılda bir!


Bugün 19:30'da başlayacak Rubin Kazan-Barcelona karşılaşmasını bir Türk hakem yönetecek. Devler liginde en son bir Türk, bundan 10 yıl önce, şimdiki MHK Başkanı Oğuz sarvan düdük çalmıştı. (Kaynak: Vatan Gazetesi) Dolayısıyla bendeniz de bir futbolsever olarak, bu tarihi anı kaçırmamak adına ekran başında olacağım. Üstelik Atletico Madrid maçında sakatlanan Lionel Messi'nin de oynama ihtimali olduğunu şimdiden müjdeleyelim.


Bana sorarsanız, FIFA'nın şu anda elit hakem kategorisinden sonra en üst seviyesi olan 1. klasmanda yer alan hakemimiz, son yönettiği Fenerbahçe-Beşiktaş maçında kontrolü daha başlarda kaybetti ve felaket bir maç yönetti. Gelgelelim tam da bu aşamada benim değil, aynı maçta tribünde maçı takip eden UEFA hakem kurul üyesi Uilenberg'in görüşleri önem kazanıyor. Üstat tamam dediyse tamamdır! Bize de şu andan itibaren Cüneyt Çakır ve yardımcılıklarını yapacak olan Bahattin Duran, Tarık Ongun, Fırat Aydınus, Tolga Özkalfa ve Süleyman Abay'a başarılar dilemek düşer. Yolunuz açık olsun Türk fatihleri...

P.S. Yukarıdaki sahneyi bilen bilir. Zamanında Delgado'yu izlemek ve kaptan olarak görmekten büyük haz almış bir Beşiktaşlı olarak, 1 taşla 2 kuş vuriim dedim. Sanıyorum iyi de ettim.

Tuesday, September 28, 2010

Free Enes!



Enes'le ilgili daha once de defalarca yazmistik ama bilgisi olmayanlar, su macin ozetlerinden de gorebilirler ki, ABD Enes'i bekliyor!

Monday, September 20, 2010

Di mi Berbatov !!

Bilenler bilir, Premier Lig'de koyu Manu taraftarıyımdır. Nasıl Beşiktaş'ın her maçını izliyosam, o çocukların maçını da kaçırmamaya özen gösteririm. Cole'lü Yorke'lu kadrosundan bu yana hem de, öyle diim...

Bundan tam 2 sene önce, bu takımda 4 yıl boyunca top koşturmuş ve toplamda 42 gole imzasını atmış, PES'te Koreli çocukla beraber vazgeçilmezim olmuş Louis Saha'yı Everton'a yolcu ederken arkasından dahi bakamamıştım. Yüreğim el vermemişti. Çok sevmiştik onu da bundan öncekiler gibi...

Neyse ki Sir bizi yanıltmadı ve onu aratmayacak bir transfere noktayı koydu
bir sonraki ay: Evet yanılmadınız, Dimitar Berbatov'dan bahsediyorum. Haberini ilk aldığım anı dahi unutamıyorum, sezonun başlamasına kalan günler geçmek bilmemişti. Düşünsenize, bu adam 2006 yılında Tottenham takımıyla İnönü'ye geliyor, bir de böyle bir gol atıyor, maçtan sonra ise tribünlerde biz onu alkışlıyoruz o da bizi.

İzlemeyen bilemez. Size tavsiyem, Manu'nun maçını izleyecek olursanız bu çocuğu player cam'den izleyin. Oyunun içinde bu denli kalan, siz "yoruldu herhalde" derken bir anda patlayan, Nobre gibi sağa sola amaçsızca koşturmaktansa pozisyon takibini [FM oynayanlar için positioning ve anticipation'dan bahsediyorum ;) ] tek kelimeyle müthiş yapıp her an olması gerektiği yerde olan, kısaca oyunu zekasıyla oynayan Balkanlar'dan çıkmış belki de bu en iyi golcüye ancak şapka çıkartıyorum. Alçakgönüllülüğü ve fair-play anlayışı ile rakipleri tarafından dahi sevilen ve takdir gören bir şahıs olması ise onun ne kadar bütün bir futbolcu olduğundan ziyade, ne kadar bütün bir insan olduğunun habercisidir kanımca! Dün oynanan ve 3-2 Manu'nun üstünlüğüyle sona eren, hat-trick yaptığı karşılaşmadan sonra, 2. golüyle ilgili söylediklerine bir bakarmısınız lütfen!

Geçtiğimiz sezon İnönü'de izledim gerçi ama bu çocuğu ve Manu'yu bir kez de Old Trafford'da izleyemezsem gözlerim açık gidecek!..

P.S. Konumuzla ilgisi yok biliyorum ama dünkü maçın şapka çıkarılacak hareketi her şeye rağmen Stevie G.'den geldi bence. Sizi o görüntüyle başbaşa bırakmadan videoyu tam ekranda izlemenizi ve özellikle son kamera açısına dikkat kesilmenizi tavsiye ediyorum.

Edit: Gerard'ın 2. golünden bahsediyodum. Videonun link'i ölmüş, maç videosununkini ("3-2") yeniledim, ordan izleyebilirsiniz. İlgilenemedim, özür diliyorum.

Saturday, September 18, 2010

Verne ile Uykudan Once

Rafael (22) ve Andrew (46) ile salas bir bar kosesinde munasebetsiz haftanin yorgunluguna kadeh kaldirip duruyoruz. Tenha, dokuntu bar duvarindaki yillanmis LCD'de Assassin's Creed: Brotherhood'in hasmetli fragmani donuyor ve Andrew demleniyor: "Brian (yigeni) TV basindan kalkmiyor! Bu yasta hala oyun oynayan kaldi mi? Loser!". Rafael ile gozlerimiz ister istemez bulusuyor - "bizi tanidi, hemen kacalim" diyorum..

Ilerleyen saatler.. Ortak balkonumuzda muhabbeti derinlestirmeden geceye ne ile devam edecegimizi soruyor Rafael. Birkac dakika izin istiyorum. Dondugumde elimde Jose Cuervo sisesi kapi araligindan "hayat sana eksi limonlar sundugunda sadece tekila ve tuz iste" diyorum. Anlam veremiyor - o an yataklarimizda olmak daha mantikli gibime geliyor."Assassin's Creed" diyorum bi an fragmani hatirlayip, "Prince of Persia varisi! Hatirlar misin?". Cevap beklerken soruya tabi tutuluyorum: "peki sen Leisure Suit Larry'i hatirlar misin?" - farkediyorum ki yatmak icin gece daha cok genc. Gemideki celebrity cakmalarini bafilemekten, kaptani kaldirmak icin yarismalarda yapilan hilelerden, ince espirilerden bahsederken, oyun suresince bonus kazanmak icin toplamaya calistigimiz, geminin orasina burasina saklanan kirmizi-beyaz cizgili dildolar aklima geliyor. "yaa" diyorum, "o dildolar ne ayakti?"..

"Sosis, Larry 7'deki dildolar" diyor Rafael, "ama esas baska anlami var.." - pis bi tebessum takiniyor! Anliyorum ki bizim lugattaki zibik dildo. O an oyunun temasini soyle bi suzgecten geciriyorum - artik ikimizde de o pis, eli cukunde cocuk tebessumu var. "Tamam da vibratorden farki ne ki" diye soruyorum, "bi cumlede kullansana!". Latex/plastik gibi malzemelerden uretilen suni cukmus iste, vibrator gibi fonksiyonlari da (titresim, vs.) yok. "Sen esas John Holmes'i bilir misin?" diyor, "onunkinin kalibi alinarak yapilan dildolar patlama yapmis vakti zamaninda!". "Holmes?.. John Holmes...", elim ister istemez alnimda gezinirken dusunuyorum: "John Holmes'i ben nereden hatirliyorum?!?".

"Table-leg John!.. belki boyle taniyorsundur..". Gozlerim aydinlaniyor - departmandaki rutin muhabbetlerimizden birinde Sean bahsetmisti, aidsten olen porno yildizlariydi konumuz. Ingilizce konusmaktan yoruldugum, hakikaten adam hakkinda Sean'in cite ettikleri haricinde bilgi sahibi olmadigim ve dinleme modu on konumuna gecmek istedigim icin "hımmm, yok yaa, karistirdim heralde" diyorum, "anlatsana!".

"He was The King. John Holmes was to the adult film industry what Elvis was to rock 'n' roll." diye historik bi sozle basliyor hikayeye. "Porno kariyeri bi gun tuvaletteyken yan pisuvarda iseyen fotografci bi adamin cukunun buyuklugunu yan gozle gormesi ve John'u gazlamasiyla basliyor. 2500'e yakin porno filmde oynamis ve 14000 kadinla beraber olmus.". Siki bi John Holmes fanatigine denk geldigimi dusunerek urkmeye basliyorum - "Veridigin istatistikler bana hicbir sey ifade etmiyor, bunlar iddiali rakamlar mi?". "Peki o zaman, buna ne diyeceksin bakalim" diyor: "Cuku 15 inch (38 cm gibi) civari imis!! Surekli erekte oldugundan don giymiyormus.". Arastirmaciyim, bilgiyi sualsiz kabul etmem, vakit kaybetmeden kucagimda laptop arastiriyorum Rafa'nin rivayet ettiklerini. Ogreniyorum ki 1988 Mart'inda aidsten olmus, ama aids teshisi konulan 1986'dan klinige yatincaya kadar porno film cekimlerine kimseye hastaligindan citlatmadan devam etmis Holmes. Bu tarihi kisilik anisina 2003'te bir de Val Kilmer'in basrolunu oynadigi Wonderland filmi cekilmis.

Ardi ardina gelen esnemeler, cis molasi nedeniyle surekli kesilen muhabbet, sisenin dibinde kalan birkac tekila damlasi artik vaktin geldigini buyur ediyor: "yataklara!". Zihnimi gereksiz ayrintilarla doldurdugu ve 38 cm ile mesgul ettigi icin tesekkur ediyorum Rafael'e. Bu Amerikalilar'in porno konusundaki bilgisine ve merakina da anlam veremiyorum. Farkediyorum ki porno yoklukta sarilinilan bir dal degil, kisinin kendine yakisani giymesiymis. Basim yastikta gozlerimi kaparken icimi kemiren merak ettigim tek bisey var - "olm, Price of Persia cok kral oyundu; Holmes porno sektoru icin neyse bu da oyun sektoru icin oydu, ama oyunu bitirdigimi hic hatirlamiyorum.. Hic bitiremedim mi acaba?".

(To be continued)

Moon

Hala izleyemeyen kaldı mı? Bilimkurgu sevenlere sesleniyorum. Yoo pardon, aslına bakılırsa hepinize sesleniyorum! Şu an ne ile meşgulseniz bir kenara bırakın ve bir şekilde bu filmi tedarik edin ve izleyin. Gösterime girdiği geçen seneden bu yana ödülleri toplamaya devam eden film, tekrar tekrar izlenecek cinsten. Benim için öyle en azından :)

Bütün filmi tek başına (biraz sert! evet) götüren Sam Rockwell beni kendine hayran bıraktı. Henüz ikinci filmini çeken yönetmen Duncan Jones ise ne yalan söyleyeyim şaşırttı. Ayrı bir parantezi ise film müziklerini besteleyen Clint Mansell'e açmak lazım. Kendisini Pi, Requiem for a Dream ve The Fountain [yeri gelmişken bu da oldukça sert filmdir, edindikten sonra izlemek aylarımı almıştı :) ] gibi filmlerden hatırlayanlar olabilir. Hiç şüphem yok ki siz de benim gibi filmi izledikten sonra soundtrack albümünü edinmek için binbir takla atacaksınız.

Heyecanı bastırmak adına fragman önden iyi gider. Aperativo ;)

ESPN sagolsun...

Yilin mallari odulunu paylasan, tartismasiz muhtesem (!) iki sporcu... Ozellikle kaleci, Hayrettin ve Fevzi'ye tas cikaracak cinsten...



Youtube Time Machine

Internetin bize sunduğu hoşluklar bitmek tükenmek bilmiyo. Sizin de "bunu ben nasıl düşünemedim" diye sorduğunuz olmuyo mu kendinize? Veya sizin de orijinal web sitesi fikirleriniz yok mu? Elbette var. Ama bunu sizden önce kapmışlar üzgünüm :)

Enstantane şu: Siz bir yıl seçiyorsunuz, o da size o yıla ait ilgi çekici videolar sunuyor. Nasıl ama? Kulağa eğlenceli geliyor değil mi? Üstelik karşınıza gelecek videonun türlerini de seçebiliyosunuz. Daha ne olsun. Bir an önce girip bızıklayın derim.

P.S. Kottge.org'dan alıntıdır.

Thursday, September 16, 2010

Guilt Can Be a KILLER

Bu post diğerlerinden farklı! Kendi blog'um da dahil yazdığım hiçbir yazıya bu derece önem addetmemiştim. Abartıyorsun diyebilirsiniz; ama size en yakın arkadaşımdan bahsedicem, maruz görün lütfen.

Yayınlanmaya başlandığı 2006 yılından bu yana 23 ödülü cebine koyan, geride bıraktığımız Ağustos ayında da 2 Emmy ödülünü daha hanesine yazdıran, imdb'de aldığı 9.2 puanla ortalığı kasıp kavuran Dexter'dan bahsediyorum size. Başlangıçta 4 sezon olarak planlanmış olmasına rağmen, gösterilen ilgilden dolayı 2 sezon extension alan, baş aktörü Michael C. Hall'un geride bıraktığı kanser tedavisi sonrasında bomba gibi sahalara döneceğini ümit ettiğimiz dizinin web sitesindeki counter'da an itibariyle 10:02:00 yazmakta. Bu da 5. sezonun tam 10 gün 2 saat sonra start alacağının müjdecisi.

"Ben başlıktan bir şey anlamadım." diyenler için yeni sezonun fragmanını koyuyorum buraya. Fakat ilgilenenlere öncesinde, kalan 10 günde, geride bıraktığımız 4 sezonu izlemeleri tavsiye olunur! Unutmayın, Dexter için uykusuz kalmaya değer...


Tuesday, September 14, 2010

Bu işte bir yaLNışlık var

Bu takımı şampiyon yapmak istiyorum. Şampiyon yapmak içinde çalıştığım sezonlarda, bir sistemi, bir futbol felsefesini kültürünü o takımıma yerleştirip ondan sonra da gelecek seneler içinde yüksek hedefleri koyarak belli bir başarı çizgisini yakalamak istiyorum. (NTVSpor.net)

Bu talihsiz aciklama Manisaspor'un yeni teknik direktoru Hikmen Karaman'a ait. Manisaspor'u sampiyon yapmak istiyormus da (yani hadi heyecanina verelim) basin aciklamasinda esas dikkatimi ceken kisim "calistigim sezonLARda" sozu oldu. Malum.. Sadece 2005-2010 tarihleri arasinda Karaman sirasiyla Adanaspor, Kayserispor, Ankaragucu, Ankaraspor, Antalyaspor ve Ankaragucu'nu calistirdi, ve sadece Adanaspor'un basinda 2 yil gecirebildi. Gectigimiz sezon Ankaragucu'nden ayrilmasi icin de yonetim yapmadigini birakmadi. Ozetle Hikmek Karaman yaklasik 5 yildir calistirdigi hicbir takimin yaz hazirlik kampinda bile yer alamadi, oyuncu tercihlerini kendisi yapamadi. Sanki sampiyonluktan once dikkat etmesi, uzerine emek harcamasi gereken baska hedefleri olmali - hazirlik kampi yaptirabilmek gibi. Imza toreninde Karaman'in sozlesme suresi de aciklanmamis - bayaa sasirdim.

Manisaspor yoneticilerinin muthis vizyonu da gozlerimi kamastiriyor. Sen sezon oncesi somut/soyut hicbir basarisi olmayan Hakan Kutlu ile anlas, 4. haftanin sonunda yollarini ayir, sonra da zamaninda Ankaragucu'nun yaptigi gibi Hakan'in yerine Hikmet Karaman'i getir. Diyorum ya bu iste bir yalnışlık var..

Yarifinal macinda hakem hatasi...

Kerem Tunceri son hucumda cizgiye basiyor...


Bu açlığın kalması bir bakıma da iyidir.

Efenim, turnuvanın teri soğumadan benim de 1-2 kelam etmem gerekiyor. Zira kopil günlerimden bu yana sporla ilgili bilimum aktiviteyi yakinen takip etmiş ve naçizane 8 sene bir fiil basketbol oynamış bir sporsever olarak bu hakkı kendimde görüyorum.

Söze Tanjevic'ten başlamak isterim müsadenizle. Geçmişte ne yaptı yapamadıyı tartışmaktan ziyade, bu turnuvada kendisinde tespit ettiğim birtakım değişiklikler söz konusu. Bir kere malum hastalığından mı bilinmez ama kesinlikle durulmuş bir Tanjevic izledik bu turnuvada. Bunun da oyuncularımız üzerinde pozitif bir etkisi oldu kanımca. Şöyle ki, eskiden hiç oturmayan, yerinde duramayan, kenara aldığı her oyuncuyu fırçalarıyla oyuna küstüren Tanjevic gitmiş, yerine gözlüğünü takıp oturduğu yerden elindeki istatik vb. raporlarına bakan ve oyunu taktiksel açıdan kurgulayan bir Tanjevic gelmiş. Turnuva boyunca sıkça da teknik ekibine sorumluluk verdi ki, bence finale çıkmamızdaki en önemli etkenlerden biri de budur. Ne yazık ki bu söylediklerimi final maçı için geri almak durumundayım. Zira, kariyerinin sonuna gelmiş Tanjevic'in evinde milli takımlar düzeyinde bir altın madalya olmayışından ötürü bu maçta kendini tutamayıp içindeki canavarı bize ve oyunculara göstermiş olmasının maçtan çok erken kopmamıza neden olduğunu düşünüyorum. Ben bizzat Semih ve Sinan'ın daha 2. çeyrekte bırakın maçı, hayata nasıl küstüğünü gördüm. Kimbilir devre arasında, soyunma odasında neler yaşamdı!.. Tanjevic hakkında bu kadar konuştuğum yeter, kendisine bundan sonraki emeklilik(!) hayatında sağlıklı günler diliyorum.

Milli takımımızla ilgili de şunları söyleyeceğim: Turnuvadan önce kendi hedefimi 5. lik olarak koymuş, hatta gruptan 2. mi yoksa 3. mü (dikkat ederseniz 1. değil) çıkacağımızdan emin olamadığım için çeyrek final maçlarının oynandığı iki güne de bilet almıştım. Fakat gruplardaki performansımızdan sonra hedefimi madalyaya yükselttim. Son çeyreğinde kalbimin durma noktasına geldiği Sırbistan maçından sonra ise turnuva benim için bitti. Ne yalan söyleyeyim, hazırlık maçlarını dahi kaçırmayan bendeniz final maçını gayet isteksiz izledim. Belki kızacaksınız ama ABD'yi yenip şampiyon olmamızı istemedim desem yalan olmaz. Sırbistan'a yenilsek kahrolurdum, çünkü onları yenmemizin ve bir madalya almamızın zamanı gelmişti. ABD'yi yenmemizin zamanı ise henüz gelmedi. Ama gelecek. Onlara da yenile yenile yenmeyi öğrenicez. Final oynaya oynaya da şampiyon olmayı öğrenicez. En azından bunları konuşabilir hale geldik artık. Böylesi uzun vadede inanın daha sağlıklı olacaktır.

Uzattığımın farkındayım; fakat son bi paragrafı da bronz madalyayı boynuna geçiren Litvanya'ya ayırmam gerekiyor. Çeşitli sebeplerden ötürü, ABD maçına kadar namağlup gelen Litvanya'nın hiçbir maçını izleyememiş kahroluyordum ki, Arjantin'i devirdikleri o malum gece Sinan Erdem'de çıplak gözlerime bir basketbol ziyafeti yaşattılar! Bir takım, bu kadar mı disiplinli, bu kadar mı bütün bir basketbol oynar be kardeşim! Fundamental olayını da bizim birdirbir oynadığımız senelerde bitirmiş adamlar! :-p Açıkçası Sırbistan maçında yüreğimin ağzıma gelmesinin nedeni de, 3. lük maçında Litvanya'yla karşılaşıp madalyayı kaçırma korkusudur. Adamlar için jenerasyon fark etmiyo. Seyircisiyle, malzemecisiyle [ gördüm de konuşuyorum :-) ] tam bir basketbol ülkesi. Bundan sonraki uluslararası her turnuvanın da favorisi bana göre.

İşte o turnuvalarda tekrar görüşmek dileğiyle... Hoşçakalın.

Monday, September 13, 2010

Yetenek budur...

Detayli bilgi icin: http://www.eliahmusic.com/

Yorumsuz...

Nasil yani?

"Dün gece bu Amerika takımını yenemezdik. Çünkü, basketbolda sürpriz yoktur. Neden? Çünkü basketbol, futbol gibi değildir. Futbol ayakla oynanır, kalenin eni ve boyu belli iken, basketbol topunun geçtiği çemberin çapı zaten bellidir. Onun için de elle oynanan basketbolda, sürpriz kesinlikle yoktur. Ama ayakla oynanan futbolda, kesinlikle vardır."
Erman Toroglu - Hurriyet

Sunday, September 12, 2010

Durantula

Tanri askina Kevin, sadece egleniyorduk...




"Mufettis Gadget gibi kollari bir anda uzuyor" - Murat Murathanoglu

Hayır! Tayfur Havutçu benim!!

Sirbistan maci nedeniyle BJK-MKE Ankaragucu macinin ancak tekrarini izleyebildim. Quaresma'nin milli takimdan sakat donmesi ve Dolmabahce'de oynamayacak olmasi nedeniyle az biraz tedirgindim mac oncesi - yanilmisim. Farkettim ki (i) BJK taraftari Quaresma'nin sahada olmadigi degil, Nihat Kahveci'nin sahada oldugu maclarda tedirgin olmali, (ii) Nihat'in kotu oyununa artik alismak zorundayiz. Eski fiziksel gucunu/patlama ozelligini kaybetmis Nihat ve teknik kapasitesi, pozisyon bilgisi maalesef bu eksikligini gidermek icin yeterli degil. Ozellikle ilk yaridaki rakip ceza sahasi civarinda Guti ile kisa paslasmalarinda sut sertligindeki kisa paslari, kendisine atilan kisa paslari ise bir turlu kontrol edemeyisi, kullandigi duran toplardaki ekstra basarisizligi (gectigimiz hafta Tabata duran toptan 2 gol attirdi) dikkatini cekmistir. "Turkiye'nin en kariyerli futbolcusu" etiketi belki de dogrudur, ama Besiktas'taki 2. donemi form dusukluguyle veya sakatlikla bagdaslastirilmamali. Demek istedigim su: Nihat kramponlarini baglamaya, coraplarini surekli duzeltmeye, saclarinin yanlarini yapistirip tepesini kaldirmaya devam etsin, ama mumkunse yedek kulubesinde..

Bu sene Besiktas'i onceki donemlerden farklilastiran temel unsur orta sahasindaki 3 ismin hem hucum hem de savunmayi ayakta tutabiliyor olmasi. Aurelio'nun kadroya dahil olmasi da bu anlamda basarili bir transfer politikasidir. Besiktas'in temel problemi geride biraktigi genis alanlar ve ofsayt taktigi neticesinde verdigi pozisyonlar gibi gozukuyor. Ankaragucu macinda da pek cok pozisyon verdik, ama Schuster'in topu rakip sahaya hapsetmeye calistigi taktik anlayisinda bunun kacinilmaz oldugunu da artik kabul etmek gerekiyor. Her ne kadar savunmadaki Ferrari'nin bu taktige uygunlugu tartisilsa da esas problem topu kaptirdiktan sonra hucum/orta saha oyuncularinin topa yeterli presi yapamayarak rakip takimin oyun kurmasina izin vermesi. Bu zamanla asilacak bi problem; en guzel ornek de UEFA Kupasi'ni kazanan Galatasaray takimi. Bu surecte Besiktas pek cok gol pozisyonu verebilir, tarihi yenilgiler de alabilir, ama sahsen bu maglubiyetleri Mustafa Denizli'nin defansif oyunundaki rastgele galibiyetlere tercih ederim. Ha bir de Bobo Besiktas takiminin ve Turkiye Ligi'nin mevcut/gercek tek santraforudur, nokta!

Son olarak, Schuster'in Tayfur Havutcu'ya yedek kulubesinde yer vermedigini ve Tayfur'un maclari tribunden takip ettigini biliyoruz. Biliyoruz da bu macta kameralara butun koltuklarinda 'Tayfur Havutcu' yazan bir bolum yansidi, pek acayipti. Bu ne olum??

Saturday, September 11, 2010

Tebrikler Tanjevic

Oncelikle Dunya 2.ligimiz hayirli olsun. Futbolda GS UEFA almadan once, Efes muadili Korac kupasini kaldirmisti. Futbolda dunya 3.su olmadan once, basketbolda Avrupa 2.si olmustuk. Ve bugun nihayet Dunya 2.ligiyle basketbolun bu ulkede hic bir zaman hakettigi yerde olmadigini bir kez daha haykirdik. Emegi gecen herkesi can-i gonulden tebrik ediyorum.

Sahada 3 saniye ve hucum faullerde ne oldugunu anlamayip yanindakine soranlar, yarinki mac icin de hic mi umut yok diye dusunebilirler. Ne de olsa biz Brezilya'ya karsi futbol takimimiza bile daha cok sans verebilen bir basina sahibiz. Desteklemek ile ihtimal vermek baska seyler. Yarin da avuclarim patalayan kadar alkislayacagim, sesim kisilana kadar bagiracagim ama maalesef sansimiz yok denecek kadar az. Bugunku Litvanya-ABD macinda ESPN spikerinin dedigi gibi, "bu hakemler acaba 7'4" wingspani (kollarini acinca olan uzunluk, kulac mi denir?) olan oyuncunun macini yonetmis mi?" Burada bahsedilen Durant ama kadrodaki atletik oyuncular saymakla bitmiyor. Nasil biz cok uzun ve kalipli bir takimiz, ABD de cok atletik. Ben Lubnan'in bile nasil ABD'yi iceriden zorladigini da izledigimden bu macta Omer Asik, Semih Erden, Kerem Gonlum iyi oynar diyorum. Gelgelelim ben Ender'in bu gece uyuyabilecegini sanmiyorum. Bu macta Ender ve Omer Onan gibi dribblingi zayif oyuncularimiz 0 (yaziyla sifir) dakika almali ki top kayiplarimizi en aza indirelim. Zaten pas arasi falan cok olur da artik gardin da elinden topu vermeyelim, ayiptir :)



Bugunku maca donecek olursak, macin ilk yildizi; kanser tanisina ragmen, doktorlarca strese girmemesi tembihlenmesine ragmen, lafta degil, gercekten "atin olumu arpadan olsun" diyebilen Bogdan Tanjevic. Iyi bir kocsuz Ivkovic'i yenmenin olanaksiz oldugu bir kez daha goruldu. Ve islerin iyi gitmedigi bir takimda rotasyonun oneminin arttigi da. Son hucumda kenara gecerek ellerini baglayip, tek kelime etmeden Orhun'un seti cizmesine izin vermesi ise tuylerimi diken diken etti.

Mac icindeki yildizimiz Kerem Tunceri'ydi. Zaten saglam oyuncuydu ama ofansif yonunu o kadar gelistirdi ki, bravo diyorum. Ilk ceyrekteki orta mesafeli panyali atisinda "neyse ki artik potaya korkarak bakmiyor" diye icimden gecirisimin, son periyodu kapatan 7 sayisiyla (ve muhtesem bir asist) tasdiklenmesi mukemmel oldu.

Hidayet icin en iyi yorum esimden geldi. Izleyenlerin bile ellerinin titredigi son dakikalarda; esimin "dusun yani guvendigimiz de bu gerizekali" demesi, ustune bunu tasdikleyen Hido'nun Krstic'in ustunden anlamsiz bir 3luk zorlamasi, bende bir an mac gidiyor hissi yaratsa da neyse ki sahneye Kerem cikti.

Mactaki her pozisyon kirilma noktasi gibiydi. Farki 2 kez eritmemize ragmen savunma direncimizi dusurmemiz bize yakismadi. Burada basketbolu bilmeyen seyirciye de bir parantez acmak isterim. Basketbolda sesin en yuksek oldugu an takiminizin savunma yaptigi andir. Futbol'da ise gol sonrasi. Bizim ozellikle bu macimizda en cok gurultu maalesef basketlerimizden sonra oldu - ki tamamen fuzuli ve uzucu. Top rakipteyken daha cok bagirmayi, bizimkiler serbest atis atacakken "HADI OMEEEER!" diye bagirmamayi ogrenmemiz "SART"!

Mac boyu 2 sey aklimdaydi: 1. cok iyi bir takimiz, 2. sirplar dunyanin en iyi ekolu. Bir takim icin isler hic iyi gitmeyecek, hic one gecememis olacak, cok guvendigi savunmasi bombos cut'lar yiyecek, genc yildizi 10 saniyede faul problemine girecek kadar kendini kaybedecek, cok guvendigi sutlari girmeyecek, ote yandan rakip cok yuzdeli atacak, rakibin en korktugu silahi yildizlasacak, yaninda bir tane de bonus yildiz cikacak (11 numaralari ne top oynadi arkadas), ve 3. ceyrek sonunda skor 63-60 olacak. Iste bu yuzden cok iyi takimiz. Peki Sirp'larin neden en iyi ekol oldugunu anlatmaya gerek var mi? Yas ortalamalari 23 demek yeterli olacaktir sanirim. Buna ragmen apoletleri bizden fazla, mesela bizde Euroleague en degerli oyuncusu yok.

Sinem Kobal'in en on sirada ne vasifla oturdugunu anlamasam da (kimse biletli oldugunu iddia etmesin o siranin), yaninda kikirdestigi iki de arkadasini gorunce kan beynime sicrasa da, mac bizim icin hatalarla dolu yarin icin hic umit vermese de, dunya 2.siyiz. O halde hep beraber; "ciiiktik acik alinla...."

Thursday, September 9, 2010

the Late Thierry Henry

Thierry Henry'nin Heaven's Gate'te gunah cikarmasiyla ilgili muzip bir video.. Eva Longoria ile ilgili de edecegi 1-2 kelam vardir heralde..

Vuvuzela Hero

Sabirsizlikla beklediginiz oyun Vuvuzela Hero piyasada! Artik herhangi bir gruba bagli kalmadan canli performansinizi sergileyebilirsiniz. Oyun hud kisminda bulunan Vuvuzela sapi uzerinde beliren cesitli noktalara (senkronize olacak diye kasmadan) surekli basmaktan ibaret. El, goz ve ritim koordinasyonu gerektirmiyor. Easy, medium, hard ve expert olarak 4 zorluk seviyesi de yok - sadece basili tutuyorsunuz. Dunya Kupasi tarihinin en rahatsiz edici muzik entrumani artik sadece birkac dolar uzaginizda. Ihtiyac sahiplerine duyurulur.

Monday, September 6, 2010

Hoşbulduk

Tarihler 2 Temmuz 2009'u gösterdiğinde yepyeni bi soluk getirdi hayatımıza. O zamanlar her önüne gelenin bir blog'u olmadığı zamanlardı. Google Reader dahi kullanmıyoduk çoğumuz. Kısa zamanda çok sevildi, çok beğenildi. Bir anda, birinci derece akraba ve arkadaşlardan, yazarlarını hiç tanımayan kullanıcıların da bağımlılığı oldu çıktı. Sonra ne olduysa bir duraklama dönemine girdi. Yayımlanan post'ların sıklığı gittikçe azaldı, nerdeyse durma noktasına geldi. Ama ne oldu biliyo musunuz? Bunların hepsi geride kaldı!

Yenilenen tasarımı ve yazar kadrosuyla aramıza geri döndü Mister Geppetto! Ne mutlu bana ki, lütfettiler, bu yeni dönemde beni de aralarında görmek istediler. Kendi blog'uma zor zaman ayırıyorum, ya boşlarsam, üzülürüm sonra dedim. İster her gün yaz, ister hiç yazma, sen aramızda ol yeter dediler. E bize de geriye bu yazıyı yazmak kaldı sadece. Umarım güveninizi boşa çıkarmam çocuklar.

Tekrardan hoşbulduk!..