Friday, December 30, 2011

Türk Futbolu, Galatasaray, Manifesto...

Öncelikle şunu okumak gerek.

Fenerbahçe konusunda hayatının hiç bir döneminde objektif olamamış, fanatikten hallice bir Galatasaraylı olarak, Temmuz ayından bu yana şike iddiaları ile ilgili gelişmeleri ilgiyle izliyorum. Olayların açığa çıkmasının 2-3 ay öncesinde "kümede kal Galatasaray" diye dalgasını geçen güruhun omurgasızlıkta sınır tanımayan açıklamalarına önceleri gülerken şimdilerde ise durumu şaşkınlık ve endişe içerisinde takip ediyorum. Adalet terazisinin yalama olduğu bir ülkede adil bir kararın verilmesini beklemek bu kadar büyük paraların döndüğü bir organizasyon için biraz hayalperestlik belki. Ancak göz göre göre bir şeylerin üstünün örtülmesini izlemek insanın canını sıkıyor. Taraf olan Galatasaray olsaydı şimdiye kadar 10 defa verilecek bir kararı 26 Ocak 2012 tarihinde yapılacak bir kongredeki oylama sonucuna endekslemek TFF'nin Fenerbahçeli başkanı dahil kimsenin haddi değil!

Galatasaray'ın olayların başından itibaren sergilediği duruş bir Galatasaraylı olarak benim için gurur verici. Fanatiklik gözümü kör etmediğinden olsa gerek bir takım Fenerbahçe taraftarının takımlarını savunmak için (!) dile getirdikleri "teşvik pirimi", "Mehmet Ağar", "Fethullah", "Ankaragücü" v.b. içeriği olan söylemleri yüzümde acı bir tebessüm yaratıyor. Ancak şu anki durumun geçmişte olan hiç bir şeyle bağdaştırılmaması gerekir. Kanuna uygunsuzluğu kanıtlanmış davranışlar içerisinde olan bir kulubün kurtarılması için "bir seferlik" çözümlere gidilmesi telafisi güç sonuçlar doğuracaktır. Türk futbolunun yönetiminde söz sahibi olan bir kaç aklıselim sahibi kişinin kaldığını ve süreç sonucunda doğru kararın verileceğini umuyorum.

Galatasaray'ın sürecin takipçisi olduğunu bilmek ve Türk Futbolunu UEFA nezdinde zor durumda bırakacak kararların karşısında olacağını okumak sadece benim gibi Galatasaraylıları değil tüm futbolseverleri rahatlatmalı diye düşünüyorum.

Friday, December 23, 2011

Memo goes to Nets

Memo Utah taraftarlarının büyük çoğunluğunun "açeydim gollarımı gitme diyeydim" diyeceği bir move ile Jazz GM'i O'connor tarafından 2. tur draft hakkı karşılığında (bedavadan hallice yani) Nets'e gönderildi. Kadrosunda uzun rotasyonu açısından bir sıkıntı olmayan Jazz için (Al Jefferson+Enes Kanter + Paul Millsap + Derrick Favors) salary cap'te bir boşluk yaratmak için yapılmış bir hamle olduğu açık (10 milyon USD alıyormuş bizim sevimli dev). Özellikle Favors ve Kanter gibi gençlerin daha fazla süre alacak olması açısından onlar adına sevindirici. Nets açısından bakarsak Brooke Lopez'in sakatlığında iyi süre de alabilecek ligin kalburüstü uzunlarından birini aldı. Kısacası alanın memnun satanın memnun olduğu bir iş bu. Memo için ise Utah'tan sonra New York taraflarına gelmiş olmak NBA'deki son dönemlerinde keyifli olacak diye düşünüyorum. Herkese hayırlı olsun. Nets kafadan Memo için gelecek 3000 taraftar kazanmış olabilir :)

<a href="http://www.linkedtube.com/Swfv9LYIebAb55ff3a30185b8bbe323b2dc8deaa315.htm">LinkedTube</a>

Friday, December 2, 2011

Kartal'in tuyleri vs. pencesi...

Insanoglu nankor, herseyi cabuk unutuyor. Quaresma macin sonunda enfes (bakin Sezar'in hakki Sezar'a) bir gol atinca, macin basinda ve hemen her macta yaptigi alisilagelmis dangalakligi unutuluyor. Sen antrenorsen skora bakmayacaksin, bu adama cezasini vereceksin. Kendi ceza sahasinin onunde calim atarken topu Necip kaptirsa sene sonuna kadar formayi goremez.

Niyetim Q7'yi karalamak falan asla olmadi. Akilli olmadigi zaten ortada, zor maclarda iyi oynasin, yuzumuzu guldursun. Sadece bu kadar yetenekli (evet cok cok cok yetenekli) bir insanin biraz daha dogru isleri yapmasini bekliyorum... Ayrica kendisinin ve taraftarin bu takimda terleyen 10-13 kisi daha oldugunu unutmamasini...


Quaresma'lar gelir gider. Gozlerimiz senlenir, maclar kazanilir/kaybedilir. Ama pek az oyuncu kalplere kazinir...

Hic bir gol kralinin gol vurusu yaptigi mesafe ortalamasi onun kadar uzak olmadi. Ama hic bir gol kralinin hakki da onun kadar yenmedi. Hala sadece Senegal macindaki goluyle hatirlanmasi ne aci. O maci birlikte izledigim GSli arkadasim yedek olan (ve gol krali olan) Ilhan oyuna girerken, "Ilhan kim, Arif gibi tecrubeli biri dururken" demis butun sinirlerimi allak bullak etmisti. E tabii kagit uzerine Arif kralligi onunla paylasmisti. Butun GS takiminin kral olsun diye dandik takimlara karsi son haftalarda Arif'e calistigini sadece dikkatli gozler goruyordu. Bu esnada Ilhan'in takim arkadaslari Tamer, Bayram vs idi ve Ilhan jeneriklik golleri tek basina atiyordu. Sonunda bu soylediklerimi kanitlayan iyi kalitede denebilecek bir videoya rastladim. Simdiye kadar gordugum Ilhan'in gollerinin videolari, 30 yil onceki maclardan bile kotu kalitedeydi.



Her golun ustune uzun uzun yorum yapmayacagim. Sadece bir kac not:

5 numaradaki golde adam ters ayagiyla ceza sahasi disindan vuruyor. Quaresma'nin bugunku ilk golune sapka cikaranlar buna neresini cikarirsa...

4 numarali golde solda kosan Bayram. Hala hatirliyorum, Sansal Erman'a "pas verse daha elverisli durumda" dediginde Erman duraksadi. Adeta "ben olsam Bayram'a ben de vermem" der gibiydi. Sonra "adam golcu, golcu dedigin o kadar bencil olur" diyebilmisti :)

2 numarada simdiki forvetler kendini 3 kez yere atar ya da ilk darbede karsi tepki verip faul yapip hakeme elleri kollari sallar. Ilhan bogusurken kendisini tekmeleyen rakibe donup bakmiyor bile.

Bu videolar daha cok Ercan Taner'in sesinden "SUPER BIR GOL" sesleri videosu olmus. Anlayana...

Bir de Ilhan'imin Fevzi'nin formasini icine giydigi golu bulabilsem... Belki o zaman simdiki yildizlara(!) onlarla terleyen o yeteneksiz digerlerinin ne kadar onemli oldugunu bilmenin nasil bir erdem oldugunu anlatabiliriz...

Sunday, November 6, 2011

Emo-Kartallar

Yanildigim icin cok mutluyum. Kiev ve Gencler macindan biri kazanilacak deseler, yanilma pahasina Kiev macini secerdim. Skor basininin aksine BJK'de canlarin caldigini soylemistim. Takim cok duygusal demistim. Ne mi oldu?

BJK, Inonu Stati'nda Kiev'in tipik Turk futbolu hastaligi olan rakibin ustune gidememe hastaligina yakalanmasindan mutevellit ikinci yarida sazi eline alip, Egemen'in guzel goluyle one gecti. Gecti gecmesine de kimse neden 1-0'dan sonra Kiev'in apaci tipli oyuncusunun bombos kacirdigi golu gormedi? Kimse neden Kiev'in macin son dakikasinda efsanevi yuklenisi icin biyik altindan "keh keh koh koh, ne pozisyondu ama" derken bir kimse cikip lamba gibi penalti bu pozisyon demedi? Neden BJK'nin Kiev'de haketmeden kaybettigini soyleyen Turk medyasi, iceride de haketmeden kazanildigini soylemedi?

Bugun BJK tam bir balon gibi cikti sahaya. Ernst'in oynadigi son 5 maci kaybetmemismis. Fener'le iceride berabere kalmak basariymiscasina... Takimin oncesine gore iyi oynadigi kabul, ama bu siskinlik neden?

Mac 1-0 basliyor. Golde Ernst imzasi var ama Simao parafini ve Pektemek muhrunu gormemek ahmaklik olur. Devre arasinda takimin eksiklerine giydirsem 1-0, 2-0'ken oynayacak adam cok, yurekler yine eksik desem, Quaresma ayagina gelen 10 toptan 11'ini super hareketler sonrasi rakibe veriyor dikkat desem... Ama devrede skor 2-0, BJK dusmani derler diye susuyorum.

Maci kaybettik diye simdi cok yuklenecek, "ben demistim" diyecek degilim. Tarzim degil. Takimin ikinci yarida oynadigi top kesinlikle 4 gol yiyecek kadar kotu degildi. Yurgunluk falan tamam da, futbol melekleri de BJK'nin tam karsisindaydi - en son 8-0'lik Liverpool macinda kendileri bu tavri almisti. Top tuhaf anlarda oraya buraya carpip rakipte kaldi.

Maci kaybettiren yine BJK'nin duygusalligi oldu. Eksi sozluk'te Hursut ile Quaresma'yi karsilastirmislar ve bu esnada EQ'dan bahsetmisler. Hosuma gitti, birileri daha bu duygusal zeka isine kafa yoruyor demek ki. Az cok herhangi bir takim oyunu oynayan, bunun onemini bilir. BJK'deki bu kuskunluk hali cok can sikici oluyor. Gerideyken takimin cok canini yakan bu cocuksu kuskunluk, ondeyken de bir simariklik halinde vuku buluyor. Bunun ortalama kahve izleyicisi ya da LigTV literaturunde seslendirilisi "yahu bu BJK neden takim olamiyor?"

Skor ne olursa olsun dirayetli bir top oynansa, Ismail ezbere Portekizli'ye pas atacagina kafasini kaldirip 2-0'ken Pektemek'i gorse, takim her hucumda Simao ve Quaresma yerine bostaki herhangi birine guvense... BJK iyi olacak... Simao ve Quaresma'nin dipdibe sol kanatta oldugu bir anda Necip'in bombos sag tarafa donup bakmadan, kafasini egerek sola sola gidip ezbere topu Potekizli'lere tasiyor. Sonra BJK takim olamiyor... Modern futbol'un kulaklari cinlasin...

Egemen'e yuklenilecektir ama onun da duygusalliktan ayaginin altindan kacirdigi top haric cok kotu oynadigini dusunmuyorum. Kendi kalesine attigi golde Cenk'e de kabahat buluyorum. Ota boka gur sesiyle bagiran Cenk, o pozisyonda sessiz sedasiz acisini daraltiyor.

3-2 sonrasi takimin duygusal cokusune laf edecek degilim. Takimin cok iyi bir terapiye ihtiyaci var. Isler kotu gozukuyor ama iyi yoldayiz, ezbere degil, iyi oynayacagiz denmeli! Simdi buraya yaziyorum; GS maci kazanilacaktir. Ama bu durumda da takimin fazla havaya girmemesi icin simdiden mental onlem sart...

Sunday, October 30, 2011

Yigidoluk bulassa

Macin sonucu hic muhim degil. Gordugumuz her skorda iki takim da mutlak goller kacirdi. Besiktas en haketmedigi anda 2. golu buldu. Macin buyuk bolumu (1-0 sonrasindaki 30-40 dakika) Sivasspor kontrolunde gecti. Zaten futbolda diger branslara oranla rassalligin etkisinin cok buyuk oldugunu savunurum hep. O yuzden o nasil kacti, bu nasil cakti beni ilgilendirmiyor.

Soyleyecegim su ki BJK takimi bir kadina benziyor. Birincisi Ali Eren, Erman, Bayram, Sertan gibi kanserojen oyunculari barindirdigimiz zamanlara gore takim "COK" estetik. Isinma hareketlerini bile super slow motion'da tekrar tekrar izletiyor LigTV. Elbette bayanda oldugu gibi takimda da estetik bizi bozmaz. Ama kotu yani takim cok yumusak ve emotional. Motivasyon ve duygu inis cikislari o kadar abartili ki... Oyuna kusen Almeida efendi Necip'in pasina sirt ceviriyor, Quaresma dokunsan aglayacak, tribunlerle diyaloglara kadar giriyor. Sanki takimda herkes Hurmuz ve tek kocalari da Ernst! Takim gecmis yillara gore beceriksizlikleriyle degil, duygusal inis cikislariyla sac bas yolduruyor. Ernst de disipliniyle, dogrulariyla, oyun durdugunda digerleriyle konusarak takimi toplamaya calisiyor... Egemen de bu gorevi geride yapma cabasi icinde ama o Ernst'in aksine dogru erkek degil Turk erkegi hesabi, hoduklugun sinirlarina yaklasiyor :)

Veli goz dolduruyor. Daha da iyi olacak. Ama bu takim(!) korkarim daha iyi olamayacak. Kiev skandalina hazirlikli olalim....

Thursday, October 20, 2011

Vizyon

Besiktas geceyi yine bir Avrupa husraniyla kaparken, gecmisteki husranlara gore icimiz daha da bir ciz ediyor. Takim iyi oynama becerisine sahip olmasina ragmen bu kapanma hastaligi icimizi yakiyor. Dunyanin en iyi takimi da olsa bir takim kapanabilir. Sonra acilir ve saldirir ki yensin ya da berabere kalsin. Bizim takimlarimiz sadece 0-0 beraberlik sayiliyor, 1-1'de puan verilmeyecekmis gibi kapaniyor. Besiktas iyi oynadi ve iyi kapandi ama rakibin temposunun dustugu anlarda saldirmaktansa top dolandirdi (cevirdi demek saygisizlik olur). Anlamsiz paslasmalar - yan pas bile denmeyecek mehteran mantikli bir paslasma. Her paslasmanin sonunda ya stoperler ya kaleci sisirecekse o paslasmanin anlami ne? Fotografini cekmeyi cok istedigim bir pozisyonda sanirim Aurelio top ayagina geldiginde BJK kalesine dogru onunde 3 Kiev'li, rakip kaleye dogru sifir kisi vardi!!! Ve o cok buyuk maharet gibi o ucunun arasindan Ernst'i gordu ve evet nihayetinde kalemize kadar goturduk o topu kendi ayagimizla.

Bir cift soz de Quaresma'ya. Ayaklari ne kadar becerikli olursa olsun neden solugu Turkiye'de aldigini beyni ispatliyor. Orta sahada calim atmanin fayda/maliyet analizini birisi anlatsin artik bu adama... Ya da bu adama hic orta sahaya gelme densin. Orta sahada rakip cezaalaninda yapilacak hareketler yapmak MALLIK'tan baska bir sey degil. Orada adam eksiltsen ne olacak? Ama rakip topu kapsa gagamiza sicacak.

Eski kanserojen futbol olmasa da, futbol zekasi olarak oyuncularimiz hala bir Ukrayna'linin bile fersah fersah altinda. Bu sahaya yansiyor. Icimden 85.dakikada "hasbel kader gol atsak bile eleniriz biz bu grupta" diye gecti. Simdi Inonu'de deliler gibi saldiracagimiz bir Kiev macini dusunmek bile urkutucu cunku cok hizli ve diri bir takim. Boyle pirpir bir takimla ilk maci disarida oynamak buyuk avantajdi, yine kullanamadik. Sahi BJK son 20 yilda herhangi bir avantaji kullanmis miydi?

Monday, May 9, 2011

Wonderment of Magic

"Bir sihirbaz olarak insanlara imkansiz gelen bazi seyler gosteriyorum. Bana gore sihir nefesimi tutsam da bir deste kagit karistiriyor olsam da gayet basittir. Pratik yapmak, calismak ve deney yapmak, elimden gelenin en iyisi olmak icin zorlayarak acinin icinden gecmek. Benim icin sihirin anlami budur."

David Blaine, TED Partner Series


Saturday, May 7, 2011

Modern Hikayeler

Standard Chartered Bank (SC), Liverpool FC ile Eylul 2009'da 4 yil sureli sponsorluk anlasmasi imzaladi. Liverpool tarihinin en buyuk reklam anlasmasi. 2013-2014 sezonunun sonuna kadar bankanin ismi ve logosu Liverpool formalarinda yer alacak. Liverpool -ManU, Chelsea, Arsenal gibi- global bir futbol kulubu. Sezon oncesi Singapur ve Thayland turlari da en guncel kaniti. Standard Chartered'in ana pazarlari da Asya, Afrika ve Orta Dogu. Hong Kong piyasasinin en iyi 25 firmasindan birisi. Sponsorluk anlasmasi bu marketlerdeki marka taninirligini biraz daha arttirmak icin bir platform.

Buraya kadar aykiri bir durum yok, ama unutmamak lazim: futbol artik daha modern. Modern futbolun modern hikayeleri de yazilmaya devam ediyor. Sponsorluk anlasmasinin 1. yili geride kalirken Stardard Chartered'in Liverpool'dan beklentileri sekillenmeye basladi. Bankanin yoneticisi Gavin Laws'in Associated Press'e aciklamalari:

"Liverpool'un Premier Lig dahilinde bizim icin yapabileceklerinin en onemlisi Asya'dan yabanci futbolculari takima kazandirmak. Park Ji-sung'un Manchester United icin neler yaptigini goruyoruz. Asya ve Orta Dogu'daki marketler cok milliyetci ve ulkelerinden gurur duyuyorlar. Maclar artik cok buyuk etkinlikler. Mesela, Dubai'den bir oyuncunun bir macta oynamasi artik butun Dubai'nin o maci izlemesi demek."

Dogru. Liverpool, takima seviye atlatacak Asyali futbolcular bulmak yerine Liverpool maclarini sponsorunun hedef marketi olan Dubai ve Asya'da birer etkinlik haline getirecek oyuncular almali. Sampiyonlar Ligi global ve gorkemli bir organizasyon. Futbol ulkesi dedigimiz Turkiye'de haftada 1 maci (Papatyam dizisinin olmadigi Sali gunuyse tabii) ancak izleyebiliyorken Amerika'da FoxSports her hafta 2 mac yayinliyor. Organizasyonun -maddi acidan da- kulupler icin cok cazibeli oldugunu biliyoruz. Bu acidan SC, Liverpool'un onumuzdeki sezon Sampiyonlar Ligi'den uzak kalacak olmasindan hosnut degildir heralde. Oyle mi? Gavin Laws'a gore pek de oyle degil:

"Bir sponspor olarak Sampiyonlar Ligi bizim icin onemli degil. Maclarin oynandigi saatlerde bizim ilgilendigimiz pazarlardaki insanlar yataklarinda uyuyor oluyorlar."

Evet! Asya'daki hic kimse dunyanin 1 numarali kulup turnuvasini onemsemiyor, cunku maclar oynanirken uyuyor oluyorlar. Hakikaten futbol artik cok modern..

Rick Carlislie

Hatirlayanlar olacaktir 20 Kasim 2009 tarihli Rick Adelman yazimda, Rick Carlislie hayranligimdan bahsetmistim. Bugun ne mi oldu?

Dallas Mavericks, LA Lakers karsininda 3-0 one gecerken, Lakers'ta aksayan seylerin her zamankinden fazla degil, sadece Mavericks'in her zamankinden daha sert oldugu net bir bicimde goruldu. Mark Cuban'in bunca yildir yuzunu dolar basina en cok gulduren insanin Rick Carlislie olmasi ne kadar enteresan...

Bu ligde elindeki malzemeyi "uzak ara" en iyi kullanan iki kocun Adelman ve Carlislie oldugu cok acik. Bunu Carlislie Indiana'yi calistirirken de soylerdim. Bu sene normal sezonda da "onlar playofflarda zirtlar" diyen bir arkadasima "kotu takimlara karsi degil, her zaman cok seri oynuyorlar" demistim. Simdi bekledigim gibi oynuyorlar ve temennim bunun bozulmamasi - cunku bu basariyi hakediyorlar.

Iki kucuk parantez; ilki en sevdigim oyuncu Corey Brewer icin. Carlislie bu kadroya ragmen Brewer'a dakika vererek isi ne kadar iyi bildigini gosteriyor. Az sabir kocum, cooook iyi olacaksin!

Son parantez Barea icin. Bu fizikle draft edilmeden NBA'de burada bu oyunu oynamasi benim sinirimi acayip bozuyor. Yemin ederim Nobel odulu almam gerekliymis gibi hissediyorum... Ayakta alkisliyorum, agzim acik!

Thursday, March 10, 2011

Hakiki Saint Rutgers

Icimden guzel seyler yazmak geciyordu. Ama bunlari gordum uzuldum. Cok uzuldum. Benim ulkemde neden boyle yurumuyor dedim...

1. Once bu oluyor; izleyelim:


2. Sonra su aciklama geliyor Big East (konferans) ofisinden: "Hakemler iki hata yapti, ama maalesef elden birsey gelmez, NCAA oyun kitabi kurallarina gore maci St Johns kazandi".

Aslinda hatalar ikiden fazla ama o kadar asil koruyor ki adamlar hakemlerini. Oyun bitmeden topu tribunlere atmak, teknik faul. Steps var, saha disina topla cikma ve saat durmamasi var. Rutgers'in sezonu bitiyor.

3. Kaybeden takimin antrenoru, basin toplantisinda: "Uc buyuk hakem, maalesef hata yaptilar. Icim kan agliyor, ama yapacak birsey yok".

4. Okulun direktoru: "Olanlar kabul edilir degil, ama oyucularimizin ve antrenorlerimizin olgunluguyla gurur duyduk. Ne kadar uzulsek de spekulasyona girmek uygun olmaz".

5. Rutgers eyalet valisi: "antrenorumuzun olgunluguyla gurur duyuyorum"

6. BURAYA DIKKAT! Ulkenin en saygin 3 hakemi ertesi gun duduklerini birakiyor.

Darisi bizim islerini yarim yamalak yapan beceriksiz yonetici ve kendini cakal sanan politikacilarimiza. Ay cok mu sert oldu, amaaan nasilsa Blogspot yasak... Bak bi de iki bucukluk saklatiyorum serefinize...

Sen çok yaşa Yaşlı Kurt !

Tam 37 yaşında. O da Neville gibi bu takımda 20 seneyi devirenlerden. Bunun son 15 senesine tanıklık edebildiğim için kendimi şanslı addediyorum. "He was the boy who played like a man and now he is a man who plays like a boy." diyor bir fan'ı onun için. Katılmamak elde değil, yıllar onu ve futbolunu bir meyve misali olgunlaştırdı. Bir dönem kaptanlığını da yaptığı kırmızı şeytanlarla 800'den fazla maça çıktı. Bu süre boyunca 11 lig şampiyonluğu, 2 de şampiyonlar ligi kupası kaldırdı. Bu sene de çok formda, bakalım bu kupalara yenilerini ekleyebilecek mi...

E böylesine bi adamı mümkün olduğunca takımda tutmak istersiniz tabii ki de. Sir de öyle yaptı ve Galli oyuncunun kontratı 1 sene uzatıldı. (2 yıllık kontrat teklif edildi; fakat Ryan 1 yıl istedi.) Yani önümüzdeki sezon son sezonu olabilir, ona göre izleyin! Benden söylemesi.

Gelin, BBC'nin her sene düzenlediği Yılın Spor Adamı ödülüne 2009 yılında layık görülen Giggs'i, ödül gecesinde yayınlanan klip ile analım:



Edit#1: Liverpool maçı (06.03.11) Ryan'ın United formasıyla çıktığı 700. maçtı. Rekor 759 appearance ile Bobby Charlton'da.

Tuesday, March 8, 2011

End of an Era

Haber eski; fakat ancak yazabiliyorum. ManU'da bir devir kapandı. Senelerdir neredeyse oynadığı her maçta beni kahreden, PES'te yerine denemediğim alternatifinin kalmadığı -neyse ki artık Rafa var- Gary Neville futbolu bıraktığını açıkladı. Ben de derin bir oh çektim. Darısı diğer ömrümüzden çalanların başına...

Gelgelelim, ManU formasıyla 20 senede 8 kez lig şampiyonluğu yaşamış, toplam 602 maçta forma giymiş, bir dönem bu takımın kaptanlığını da yapmış; milli takım formasını da 82 kez terletmiş bu adama saygı duymamak elde değil.



P.S. Vakit bulunca Giggs'i de yazıcaz, o zamana dek esen kalın çocuklar...

Friday, March 4, 2011

Verne ile Uykudan Once #3

Hep ayni davranis kaliplarinin icinde yasamak kotu bir fikirdir. Hep ayni markete gitmek, ayni guzargahta seyir etmek, her sabah cornflakes yemek, her aksami TV karsisinda hic etmek. Bazi geceler bu kaliba sikistigim oluyor. Bu artik bende bir cesit durtu, ic ses. Arada bir gercekten disari cikip biraz oynamak istedigi geceler oluyor. Bu tipki kopegini her aksam disari cikarmak gibi bir sey. Bir sure havlama ve kapinin tirmalanmasina kulak tikayabilirsin belki, ama eninde sonunda hayvani disari cikarman gerekecektir. O gece de fazla mucadele etmeden ic sesime itaat ettim. Disarida bir suredir esen ruzgar ilk kocaman ve agir yagmur damlasini getirmisti.

Sans eseri o gece hava yagisliydi. O kadar sansli oldugumu soyleyemem gerci, cunku soz konusu Florida yagmurlari. Sari yagmurlugumu kaptigim gibi disari ciktim, kapiyi arkamdan kilitledigimden emin oldum ve yagmura daldim. Inanilmayacak kadar sik yagmurlugum sayesinde bunalmaya baslamistim bile - rahat yuruyemiyordum. Ayrica kendimi sari renkte bir cay poseti gibi hissediyordum. Seyrettigim pek cok filmden yagmurda yurumenin insanlarin hainliginin altini cizmek icin kullanilan bir sahne oldugunu biliyordum. Bir de ask tabii ki - saganak yagmur altinda tutkuyla opusen asiklar. Fiziksel olarak ikinci secenek o an icin mumkun olmadigindan sinsi bir tavir takinmaya karar verdim. Calistim en azindan, elimden daha fazlasi gelmedi dogrusu. Bu kadari yeterli olmaliydi.

Cigerlerimdeki havayi isliga benzer bir sesle disari ufledim. On bahcedeki cimenler karma karisik uzamisti, bir kac tane de islak gazetemsi kagit parcalari vardi. 2 yan bloktaki dairenin onunden gecerken bir televizyondan sesler geldigini duyabildim. Boyle gecelerde alcak sesler daha yuksek cikar ve belirginlesir. Bir kiz sesi sunucunun sesini bastirdi, ve ferahlatici bir piyano sesi. Sesin sahibi bana bakmak icin dondu. Gozleri yuzumun once sol, ardindan da sag tarafina kaydi ve yine sola gitti. Ona karsilik verdim, sakin bir sekilde, hic goz kirpmadan ve sirilsiklam. O esnada yanimizda herhangi birinin olmasini ve bu sessiz muhabbete tanik olmasini isterdim. Kucuk adimlarla yoluma devam ettim. Yagmur damlalari siddetle inmeye devam etti ve onlari bir gok gurultusu takip etti.

Hatira esyasi toplamak son derece normal bir seydir. Ziyaret ettiginiz sehirlerin magnetleri, gittiginiz otellerin havlulari, vakti zamaninda kisa sureligine de olsa guzel vakit gecirdiginiz 1-2 isim. Beni suzen o cift gozden ayrildigimda tuhaf bir sekilde beynimin kaynayan kazaninda yeni bir fikir olusmaya basladi. Birkac dakika once aklimdan oylesinde gecmis bir dusunceydi. Birden dogrulugu belirginlesti. Icimde mutlu dusuncelerle dolu, sert adimlarla seri bir sekilde kaldirim boyunca geride biraktigim sese dogru ilerlerken yagmuru hissetmez olmustum. Ayaklarimin altinda yapraklar ve kirilmis dal parcalari eziliyordu. Yanindan gecerken bir rakun cimenliklerden birine daldi ve guvenli bir mesafeden beni seyretmeye basladi. Yapacak cok isim vardi. Mukemmel bir oyun arkadasi bulmustum: 6 yil once 2 arkadasimla gittigim Oasis'te tanistigim Mariana'yi.

(to be continued)

Tuesday, February 15, 2011

Saka gibi



Eskiden gazete haberlerinde bir seviye olurdu. Simdi bu adamin yaptigini ayiplayan gazete(!), hemen hemen ayni ayibi kendisi yapiyor. Yazik...

Sunday, February 13, 2011

Everything that has a beginning has an end!

Cleveland Cavaliers.. Cuma gunu oynadiklari LA Clippers macindan once 26 maclik maglubiyet serileri vardi. NBA tarihinde ust uste en fazla kaybeden takim unvani cepteydi. Clippers'a kaybetmeleri halinde Amerika spor tarihinin ust uste en fazla kaybeden takimi olacaklardi. 27 maclik maglubiyet serisi. Cavs taraftarlari artik maclari kafalarina gecirdikleri karton torbayla takip ediyordu. Durumlarini anlatmak icin soyle bir site bile acilmisti. Bu seriye noktayi bugun Ohio'da oynayacaklari Washington Wizards maciyla koymalari bekleniyordu. Ne de olsa Wizards deplasmanda oynadigi son 25 maci kaybetmisti.

Clippers maciyla butun planlar suya dustu. Talihsiz bir sekilde Clippers macini uzatmalarda 126-119 kazandilar. J.J. Hickson, Baron Davis'in son saniye jump-shot'ini bloklamasaydi belki de tarih hala yaziliyor olacakti. Bu dugumun cozulmesinde Mo Williams'in geri donusunun payi da buyuk kuskusuz (14 asist, 17 sayi). Tarihe taniklik ediyorduk, ama o tarih 11 Subat 2011'de 26 maclik seriyle sona erdi. Simdi Cavs'in sezon sonuna kadar 27 maci daha var. 27'de 27 neden olmasin? Cavs oyuncularinin bir an once bu galibiyeti unutmalarini ve toparlanip kaldiklari yerden devam etmelerini umut ediyorum.

Not: Serinin ilk macinda bu aksam Washington'a Ohio'da 115-100 yenildiler. Elde var 1.

Saturday, February 12, 2011

Wazza

Aslinda bir seyler soylemek istiyor insan, ama olmuyor... Bogazinda dugumleniyor kelimeler. Belki ilk goruste bir kufur kacabilir agizdan, hepsi o... Gerisi cok anlamsiz...

Saturday, February 5, 2011

Printing Money


Liverpool tarihinin en pahali transferiydi Fernando Torres. Simdi de Ada tarihinin en pahali adami oldu. Hamstringlerinden defolu bir santrafora 50 milyon pound odemek tuhaf gelebilir. Ozellikle kagit uzerinde elinde Drogra-Anelka ikilisine sahip bir takim soz konusuysa. Modern futbol!. Elini cebine atan olduktan sonra herkes satilik. Para da Abramovic'de. Liverpool'un Premier Lig'de sadece 41 karsilasmada forma giyen Andy Carroll'a 35 milyon pound odemesi ise apayri bir tuhaflik. Kelebek etkisi?

Basa donelim. "The Kid"i en pahali Ispanyol futbolcu yapan 5o milyon pound o kadar tuhaf mi? Chelsea formasina Torres adini yazdirmak. Sampiyonluklari, gol kralliklarini bir koseye koyalim. Modern futbolun sozluk karsiligi endustriyel futbol. The Mirror'dan birkac dikkat cekici rakam:
  • Fernando Torres Ada'daki forma satislarinda 1. siraya yerlesmis bile. Liverpool'da yerine gelen Andy Carroll'un 1 formasina karsilik Torres'in satilan forma sayisi 250.
  • 3 yil once Liverpool'a transfer oldugundaki rakamlara gore Chelsea formasina talep 40% daha fazla.
  • Andy Carroll'a gore Liverpool'un diger transferi Suarez'in formasi 380% daha popular, ama 30'a 1 oranla hala Torres'in gerisinde.

2008/2009 ve 2009/2010 sezonlari. Premier Lig forma satislarinda lider Torres. Hatta 2008/2009'da Christiano Ronaldo onun gerisinde - Torres hem daha az gol atmis olmasina hem de hic kupa kaldiramamasina ragmen. 2007/2008 Liverpool gunleri, ilk sezon. Forma satislarinda 3. sirada. The Mirror'a gore The Blues formasi satislari su 10 gunluk surecte bu rakamin 40% uzerinde. Hala tuhaf mi?


Ronaldo'yla kapatalim. Temmuz 2009'da Real Madrid'e 80 milyon pounda mal oldu. Nisan 2010'a kadar Madrid ekibine 100 milyon pound kazandirdi. Bu meblagnin bir kismi Madrid'te satilan 1.2 milyon adet "Ronaldo 9" formasindan. Dikkat! Sadece Madrid'te satilan 1.2 milyon adet forma. Kissadan hisse. Futbol artik daha "modern"!

Friday, February 4, 2011

Gücü yetmedi...

Uzun bir aradan sonra ilk kez 90 dk takımımı izleme imkanı buldum. Öncelikle söylemeliyim ki sonuç ne olursa olsun oldukça keyifli bir maçtı. Sanırım artık galibiyete olan inancımızı yitirdiğimizden iyi futbol dahi umut yeşertmeye yetiyor.

Galatasaray kötü oynamadı, en azından çabaladı, koştu, pres yaptı (hem de çok sağlam pres yaptı) ama yetenekli adam eksikliği galibiyeti koruyamamaya yol açtı. Bunda Hagi'nin hatası da yok değil.

Maçta heyecan bir an olsun düşmedi aslında. İki takım da galibiyet için oynayınca göze hoş gelen bir futbol ortaya kondu.

Antep yaptığı transferlerle tabir yerindeyse taş gibi takım olmuş. Öncelikle Popov bugün kendine 3 büyükler denen ama gerek oynadıkları futbol gerekse sıralamadaki yerleri açısından sadece büyük birer hayalkırıklığı olan takımlarımızın hepsinde banko oynar. Gerçi önündeki adamın kendisini yakalayabilecek kondisyonunun olmaması (bir sigara da buna yak Balta) maçta en azından sağ kanatta parlamasını kolaylaştıran bir faktördü ama kendisi sol kanada alındıktan sonra da kalitesini belli eden işler yaptı (gerçi orada da önünde Sabri vardı :). Wagner ve Sosa da Antep'e bir beden büyük oyuncular. Bu adamları takımda toplayabilen yönetime selam ederim. Cenk'de (Milliyet'in haberine göre) Galatasaray tarafından istenmediği için Antep ile 4,5 senelik mukavele imzalamış. Misimoviç'in kadro dışında paslanmasına hala göz yuman yönetimime de Cenk ile ilgili bu başarısından dolayı selam ederim.

Stancu ise Galatasaray'da göze batan tek oyuncuydu. Klişenin dibine vuracağız ama: kumaşı iyi (teşekkürler Üründül, sayende adam tanımlarken aklımıza başka bir sıfat gelmiyor). Arda takıma katılabilirse eğer Stancu'nun verimliliği daha da artacaktır.

Sonuç olarak Galatasaray maçı umut veren bir futbol oynamasına rağmen bence teknik direktörünün yaptığı kritik hatalardan dolayı kaybetmiş oldu. Mustafa Sarp ve Aydın Yılmaz değil skoru çevirmek skoru korumak için bile yapılmaması gereken değişikliklerdi. Bu değişikliklerle Hagi oyuna sonradan bir de forvet de sokmasına karşın Galatasaray'ın hücum etkinliğini bitirdi. Baros hazır değil. Sarp futbolcu değil. Aydın'da gitsin düz koşu yapsın. İlk 11 de çıkan kadroya yapılacak Arda takviyesi ile bu takım iş yapar (yani iş yapar dediğim bu sene için Türkiye kupası finali ve ilk 6 da bitirmek oluyor tabi).

Wednesday, February 2, 2011

Barcelona Günlükleri - Hercules

Arada kaçırdığımız 5-0'lık Almeria kupa maçının ardından Hercules maçıyla geç de olsa karşınızdayız.
  • Rekorlar art arda gelmeye devam ediyor. Öyleyse hemen rakamların bize anlattıklarıyla başlayalım: Bu maçla birlikte 60/61 sezonundan bu yana Real Madrid'te bulunan 15 maç art arda galibiyet rekoru egale edilmiş oldu. Bu aynı zamanda Barcelona için de yeni bir kulüp rekoru.
  • Messi bu maçta kaydettiği 2 golle golsayısını 21'e çıkardı ve en büyük rakibi Ronaldo ile aralarındaki farkı 1'e indirdi. En yakın takipçisinin de 14 golle takım arkadaşı Villa olduğunu belirtelim. Ayrıca ilk beşte muhteşem trionun bir diğer elemanı Pedro'nun da 12 golle arkadaşlarına eşlik ettiğinin altını çizelim.
  • Messi hakkında bir not daha: Bu sezon resmi maçlarda kaydettiği gol sayısı 37'ye ulaştı. 10 gol daha bulabilirse Ronaldo'da bulunan kulüp rekorunu egale etmiş olacak. Bu maçta attığı ilk golün önemi ise Barca'nın Guardiola yönetimi altında 157. maçında 400 gol barajına ulaştığı gol olması.
  • Belirtmeden geçmeyelim, kaçırdığımız Almeria kupa maçı bu sezon 5 ve üstü gol kaydettikleri 9. maç!
  • Hercules'in hakkını vermemiz lazım. Eylül ayında Camp Nou'da tattırdıkları 0-2'lik (bu sezon şimdiye kadarki ilk ve tek) mağlubiyetin tesadüf olmadığını gösterdiler. Skor veya yukarıda link'ini verdiğim video sizi yanıltmasın. 85'te Hercules 10 kişi kaldı da 2. ve 3. goller ancak öyle geldi. Maç esnasında aldığım notlar da beni doğrular nitelikte: a) 54. dakikada kaleyi bulan şut sayısı => Barca: 3 vs. Hercules: 2. b) 43. dakika itibariyle topa sahip olma oranları => Barca: 63% vs. Hercules: 37%. İçinden sen neler saçmalıyosun diyenler için hemen ekleyelim: Bu maça kadarki topla oynama ortalamaları 72% idi!
  • Hepsinden ötesi, Hercules dersine çalışmış. Duran toplarda, misal kornerlerde 2 kişi izinli oldukları çizgilere kadar çeyrek daireye yaklaşarak, aynı şekilde kaleci vuruşlarında ön alanda adam paylaşarak Barcelona'nın topu oyuna sokuşlarını sekteye uğrattılar. Bu arada, ilk yazımızda altını çizdiğimiz köşe vuruşu organizasyonlarına karşı sonunda önlem alan Hercules teknik direktörü Esteban Vigo'nun da 77-87 yılları arasında Barca forması giymiş olması ilgi çekici bir detay.
  • Bir önceki yazımızda başladığımız veri toplamaya devam: Barca'nın bu maçta düştüğü ofsayt sayısı 6. 2'si bana göre yanlış karar, bunlardan 1 tanesi de filelerle buluştu bu arada.
  • Madrid'le puan farkı 7'ye çıktı. Daha erken ama bakalım Katalanlar art arda 3. sezonda da şampiyonluğa ulaşıp 91-94 arası Cruyff'lu efsane kadronun 4 sezonluk rekoruna bi tık daha yaklaşabilecekler mi? Takipteyiz...

Monday, January 31, 2011

1/2 => !(17/17)

Evet uzunca bir aradan sonra doktora tezini halledip bloğa döndüm. Kafayı biraz toparladıktan sonra aktif olarak katkıda bulunmaya çalışacağım bundan sonra.

Normalde Galatasaray-Bursa maçı ile ilgili bir iki bir şey yazmak gerekir ama Galatasaray ile ilgili herhangi bir yenilgi artık haber değeri taşıma özelliğini yitirdiği için bu hafta onu es geçeyim dedim.

Beşiktaş yaptığı flaş transferlerle seyir zevki açısından fazlasını vaadediyor. Gerçi maçı izleyemedim ama izlediğim özetlerde gördüğüm kadarıyla İBB forvetleri biraz becerikli olsa durum biraz daha vahim olabilirmiş.

Bu arada İlker Yasin'İn maç sonu yazısından bir kaç satırı almak isterim:

"17’de 17 yapmak için önce 2’de 2 yapmak şart. Yıldızları biraraya toplayarak manşetlerde çok iş yaparsınız. Ama bu yıldızlardan bir takım yaratamazsanız, puan cetvelinin zirvesini sarsmak bir yana liderin 12 puan gerisine düşersiniz."

İlker sanırım transferlerden sonra ilk mağlubiyette böyle bir yazı yazmayı kafaya koymuş.. Klişeleri kenara bırakırsak şurası çok komik:

"Guti, Almeida, Quaresma, Simao fizik güçleri, dayanıklılıkları iyi olmayan, yaşı kemale ermiş oyuncular..." Sanırım Almeida ve Quaresma Guti kontenjanından cümleye dahil olmuşlar. Bildiğim kadarıyla Q7 1983'lü, Almeida ise 1984'lü..

Yalnız söylediği bir şeye katılmamak mümkün değil: "Beşiktaş orta sahasında Ernst mutlaka olmalı."

Bir de bir Necip vardı.. Yazık olmasın..

Saturday, January 29, 2011

Not Defterim


  • Facebook mudavimi sayilmasam da son zamanlarda Facebook'ta aktif olmaya calisiyorum. Araya okyanus girdiginde arkadaslarinizla sohbetinizi devam ettirebilmek icin kac tane alternatifiniz var ki? Birkac haftadir dikkatimi ceken, icten ice rahatsiz eden bir ayrinti var: kendisinden 3. tekil sahis olarak bahseden insanlar. Demek istedigim Gulse Birsel'in Burhan Altintop karakteri gibi insanlar: "Bi Burhan Altintop kolay yetismiyiii". Insanin kendisinden biraz da olsa uzaklasip, kendisini baska bir platforma tasiyip, cevresindeki insanlardan duymak istediklerini kendisinin dile getirmesi hali gibi. Belki bir sizofren gibi. Ya da kendi degersizliginin icten ice bilincinde olan biri gibi. Sanki biraz da egomanyaklik gibi. Bu insanlar aynadaki akislerine uzun uzun bakip, kendilerine methiyeler duzup, bir sure sonra aynadaki akislerini yalamaya basliyor mudur sence? Neden olmasin? Bi Burhan Altintop kolay yetismiyiii.

  • Departman-ev guzargahindaki yegane ulasim aracim otobus. Sabahin 7'sinde, uykusuzluktan sarhos kafayla oturacagim koltugu zar zor secerken ilk alternatifim tabii ki doktordan az kullanilmis bayan yani oluyor. Baslarda bulundugum mekandan soyutlanma kafasiyla dikkat etmemistim, ama son 2-3 haftadir ciddi bir problem kesfettim: sabahin o saatinde otobusteki butun kizlarin saci fonlu, hepsi makyajli ve soguk havalarin da etkisiyle flip-floplarin yerini topuklu ayakkabilar almis. "Kacta kalkiyorsunuz, hangi ara butun bu fon-makyaj isini hallediyorsunuz" demeye kalmadan uykuya dalmisim.

  • Dun eve donerken kafami otobusun camina dayamis hayallerdeydim. Onumde oturan kizin titredigini farkettim. Baslarda tiriyaki heralde dedim, zor olsa gerek. Az biraz odaklaninca kizin titremedigini, sadece tirnaklarini yedigini anladim. Vakit kaybetmeden telefonumla fotografini cektim o gordugum sahnenin. Burada paylasmayacagim, cunku o goruntu mide bulandirici kadar tiksincti. Saclari fonlu, tirnaklari ojeli, maksimum bakimli bir kizin tirnak etlerinin yarisinin acikta olmasi, belli araliklarla tirnaklarina kan oturmus olmasi cok adaletsiz. Tirnak yemenin bir de serotonin miktarini arttirdigi iddia ediliyor. Brownie, sufle, cikolata, sooyle guzel bir Cold Stone dondurmasi gibi (bknz. Buket). Hayat ne kadar acayip degil mi?

  • BJK'nin Manisaspor ve Trabzonspor maclarini buyuk bir keyifle izledim. Artik keyif almak icin binbir ugras verdigimiz Turkcell Super Fantastik Ligi maclarinda sikistigimizda sarilabilecegimiz bir can simidimiz var. Ersan'in sezonu kapatmis olmasi, takimdaki yerli stoper sikintisi, misal Simao sakatlandiginda (veya kart cezalisi oldugunda) yerine oynatacak adamimizin olmamasi can sikici ayrintilar. Benim esas canimi sikan ise 17'de 17 muhabbeti. Schuster'e, onun oyun felsefesine, BJK'nin son maclardaki performansina laf etmeye cekinenler simdi de BJK 17'de 17 yapar/yapamazin pesine dustuler. Bu iddiayi spor yazarlari ortaya atti, ama ruzgari oyle bir manevrayla dondurduler ki BJK'li futbolcularin iddiasi oldu bu 17'de 17. Ve kendilerini, hic degilse iste cocugunun rizkini maclara yatiran taraftar tipini buna inandirdilar. Artik bir rahat birakin arkadas, uzat ayaklarini BJK'nin oynadigi futbolun keyfini cikar. Merak etme, mukemmel yonetici kadrosuyla Besiktas sana yeterli malzemeyi verir zamani gelince.

  • Yoksa sen hala "Adonis kasi" ile, kendisinin kadinlari paralize etme etkisiyle tanismadin mi? Nutella dokup yalamak isteyen bile var. Fazla soze hacet yok.

Friday, January 28, 2011

Hadi Baba Gene Yap


Research için hastaneye gidiyorum. Hava yağmurlu. Arabamda müzik eşliğinde giderken babam düşüyor aklıma. Onca yıldan sonra hala arabasıyla işe giden babam. Ona benzediğim için mutlu oluyorum.

Babamın nasıl bir çalişmak öğrettiğini düşünüyorum, (anamın kanımca sivri zekasına girmiyorum, konu babam). Hiç şikayet etmeden, it gibi çalışmaktan başka bir şey bilmediğimi. Ama hepsinin bir hırs değil, akşam maç izlerken patates kızartması ile buz gibi bira uğruna olduğunu...

Sonra arabamı hastaneden kampüse sürerken, babamın da 8 saat ileride aynı anda, işe sürdüğünü düşünüyorum. Kimseye muhtaç olmadan. Borç-harç, ama katakullisiz, bahşişsiz, mirassız, babaparasız... Ve hep dolu kafayla...

Sonra eskiye gidiyorum; "Kabataş iskelesinden vapura binerdik" diye anlatırken (ki pek anlatmaz eskileri - bizde kendini anlatmak gereksizdir) içimden "ulan İstanbul çocuğu, cennet gibi hayat yaşamis, sonra sokmuş beni bu taşra memleketine" diye düşündüğümü hatırlıyorum... Ailede tek taşralı kaldığımdan olsa gerek, "büyük şehirde ilk gecemiz"i bir rituele dönüştürmemle alay edilmesini...

Ancak "büyük şehirde ilk gecemiz"den sonra (yine azıcık, yine zorla) anlattıklarını düsünüyorum, taşraya neden gittiğini... Gözleri dolarak "iş yapmalı, para kazanmalıydım, taşraya giderken bir tek valizimden başka bir şeyim yoktu cocuğum" deyişi, sonra o zararsız (yer yer komik) siniriyle "İstanbul'da kalıp eşe dosta iş yapıp, aç mı kalsaydım?" deyişi geçiyor gözümün önünden. Ekmeğin neredeyse evin orada felsefesi...

Şimdilerde 8 saat önde sürüyor olsa da arabasını, bir valizle taşra yolu tutması benden hemen hemen 30 sene önde diye düsünürken yağmur hızlanıyor. Kendimin de bir valizle dunyanın öbür ucuna geldiğini hatırlıyorum. Aynı babam gibi! Gururlanıyorum. Yağmurun da verdiği hazla gözlerim doluyor...

"Ameriga'ya nasıl para yolluyorsun" diye soranları anlattı geçen tatilde buluştuğumuzda, tebessüm ettik. İlk duyduğunda içinden meşhur "hasbinallah"ını çekmiştir diye düşündüm. Bir süre yorum yapmadık. Duramadı, "Oğlum işte insanlar..." diye yukseldi o komik siniriyle, kaldı bir süre, "yani biliyorsun işte!" ile noktasını koydu, yine tebessüm ettik. "Ne okuyordu senin oğlan" benim daha çok hoşuma gitti, "demek hala genç gösteriyorum" dedim. Güldük, kadehleri tokuşturduk...

Sunday, January 23, 2011

Barcelona Günlükleri - Racing Santander

Öncelikle Betis maçını kaçırdığımı ve tekrarını da bulamadığımı, dolayısıyla da günlüğümün bir sayfasının eksik kalacağını üzüntüyle bildiriyorum. Ne yalan söyleyeyim, Racing maçını da sonradan izleyebildim. Hayat her zaman planladığınız gibi gelişmeyebiliyo. Artık bu gibi durumlarda hoşgörünüze sığınıcaz.
  • İlk olarak, Malaga yazımızda çok önemli bi noktayı es geçmişiz, onun bi altını çizelim: Biliyosunuz bu sıralar Barca'da rekorlar ardı ardına patlıyo. Malaga maçıyla, daha önce 73/74 sezonunda kırılan 27 maçlık yenilmezlik serisi rekoru 28'e çıktı! Arada kaçırdığımız Betis maçıyla da bu rekorun daha fazla gelişme şansı kalmadı. Şimdilik tabii!
  • Racing maçının bitiş düdüğüyle beraber de ligde art arda kazanılan maç sayısı 14'e yükseldi ve böylelikle Rijkaard'ın 05/06 sezonundaki takımının rekoru egale oldu.
  • Bir rekor da Iniesta'dan geldi. İspanyol futbolcu, Racing maçında attığı golle bu sezonki gol sayısını 7'ye yükseltirken, Barca formasıyla şimdiye kadar bir sezonda attığı en yüksek gol sayısına ulaştı. Umarız bu sayı daha da artar.
  • İstatistikleri tutan arkadaşlar ofsayt rakamlarını her nedense sır gibi sakladığından ötürü bu maçta bildiğiniz çetele tuttum. Eğer kaçırmadıysam Barca'nın düştüğü ofsayt sayısı 4. Şimdilik sadece kayıt altına almak istedim. Yeterli veriye ulaştıktan sonra bu konuyla ilgili yazacaklarım olacak.
  • Bi ara, ceza sahası içinde, Messi'nin etrafında 6 Racingli oyuncu gördüm! Evet gördüm.
  • Not etmekte fayda var: Racing bu sezon, Deportivo'yla birlikte La Liga'nın en az (15) gol atan takımı. Bu rağmen 20 takımlı ligde 14. sıradalar. Malaga'ya kıyasla daha çok gol pozisyonuna girdiklerini de rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu vesileyle CM günlerimi yerli kontenjanına yaptığı katkılarla süsleyen Kennedy Bakircioglu'na da selam olsun. Anlayan anladı ;)
  • Maçın Joga Bonito ödülünü de Messi ve Busquets arasında paylaştırıyorum. Maçın 70. dakikasında, Racing'in her şeyi olan Rosenberg'in sakatlanmasının ardından, topu orta yuvarlağın üzerinde aralarında gezdirip çocuğun ayağa kalkmasını beklediler. Zaten 75'te de Rosenberg oyundan çıktı. Bu konuyu da daha sonra açıcam, bilginize.

Monday, January 17, 2011

Verne ile Uykudan Once #2


Ay. Yuvarlak, tombul, kirmizi ay. Kollarimdaki tuyleri urperterek esen ruzgarin kukreyisi. Yildizlardan yansiyan isigin senfonik cigligi. Hepsi pusuda bekleyen gereksinimimi tetikliyor. Sessiz, cit cikarmayan, icten ice kahkalar atan bir sozcu o. Son 5 ayi tiklayan her saniyede icimde bagirarak buyuyen gereksinimimin baskisiyla savasarak gecirdim. Ona besledigim bu aclikla artik cok daha guclu, cok daha dikkatli. Surunerek bir koseye kivrilmis o sinir tanimaz gucuyle tetikte bekliyor. Onu muhafaza edebilmek icin cok uzun, cok siki calismistim. Ve artik, duramayacak kadar kaptirdim kendimi. Spor cantami hazirliyorum: basketbol zamani.

Arabanin surucu koltugunda dogruldum, yerinde donen anahtarin sesini duydum. Iki elimle direksiyona sikica sarildim, eklem yerlerim iyice belirginlesmisti. Tekerlekler ve ruzgarin cikardigi ugultulardan baska hicbir ses olmadan spor salonuna dogru yol aldim. 4 ana courttan sadece 1 tanesi bostu. Basket topunu tekrar cembere gondermek. 5 aydir demeye dilimin varmadigi, alay edip gulen, tum acikligiyla gelen bir sey. Gereksinimim. Ilk atisim kisa dustu, sakatlik sonrasi normal. Devami eski gunlerdeki gibi. Ard arda gelen deliksiz isabetlerden sonra 3. courttakilerin gozleri bana dogru kaydi. Iclerindeki merak konusmak icin gozlerinden yuzlerine, sonra agizlarina dogru akti: "1 adama ihtiyacimiz var, katilir misin?".

Tum bunlari uzun zamandir biliyormuscasina, olacagini biliyormuscasina, direnmeden "tabii ki" dedim. Dahil edildigim takimda benim boylarimda 2 Hispanik, 2 tane de 1.80-1.85 civarinda Amerikali var. Oyuna bizim takim basliyor. Derin bir nefes aldim. Yavasca biraktim sonra ve bu duzenle birkac dakika devam ettim. Buz gibiydi solugum. Sadece bir omuz sakatligiydi canim, ve onun meyvesi olarak sahalardan ayri gecirilen 5 ay. Ama bu mac kusursuz olmaliydi. 11'de biter, 3'lukler 2'lik sayiliyor. 0-4 geriye dustuk. Hispanikler savunmada is yapiyorlar da hucumda silikler. Uzunlardan bir tanesi pick&roll oynamayi biliyor. Ben de NBA 2K11 ile son zamanlarda bayaa pratikli sayilirim. Ilkinde iceriye guzel devrildi, haneme bir asist yazdirdi. Ikincisinde perdeden yararlanip jump shot attim: 2-4. Adamimi kacirdim ve 3luk: 2-6. Topu Hispanik'e biraktim, bizim uzun adama yaklasip "screen koy" dedim. Biraz daha yumusakca, "anliyor musun?" diye tekrarladim. Basini salladi. (hadi yaklas, tamamdir, hispanik buraya bak, kurtuldum adamimdan, hadi olm, ooohh be). Ucluk yazdim: 4-6.

Artik icime cektigim havayi bogazimda hissedebiliyordum. Sans. Yine sans. Boyle gecelerde hep sansli olurdum. Maci 11-9 kazandigimizda haneme 6 sayi, 2 asist, 3 top calma yazdirmistim. Su sirasinda tebrikleri kontrol ettim, macla alakasi olmayan bir kiz yaklasip "bir takimda oynuyor musun? hem cok hizlisin hem de bilegin cok yumusak" dedi, takimdaki uzunlardan biri "turnuvada bizim takima katilsana" dedi. Oyle bir atmosfer vardi ki bir ara tribundeki kizlar memelerine imza atmam icin yanima gelecekler zannettim. 6-packli abiler sanki bodyguardim gibi cevremde bir cember yapmisti. Butun dugumlerim cozulmustu. Tatli bir rahatlama duygusu. Icindeki butun vanalarin acilmasi, o basincin artik kaybolmasi. Bitkin dusmustum, ama gereksinimin susmadi: bir mac daha. Yeni bir rakip takim, yeni bir mac. 11'de biter, artik 3'lukler de 1lik sayiliyor. Dakikalar ilerledikce sanki omuz kaslarimdaki dugumler artmaya basladi. Eski(!) sakatligimin beni koseye sikistirarak avlamaya calistiginin farkindaydim. Ic gecirdim, o "yeter artik" diye tisladi. SIMDI!

Ve yine o aci. Maci tamamlayamadim. Bir damla gozyasi akitabilirdim. Her sey o kadar guzeldi ki... Yumrugumu siktim. Omzumdaki sakatlik, 5 aydir kendisinden uzak durmaya calistigim dusmanim yine yanibasimda. Kukreyerek gelen koca bir dalganin sahile carpip geri cekilmeden once biraz daha kabarmasi gibi icimde buyuyen gereksinimime artik meydan okuyan ve onunla surekli savasacak bir sey var: sakatlik, nukseden sakatlik...
(to be continued)

Sunday, January 16, 2011

Entel misin nesin?



Formulize edemedigim, ama edilebilecegine inandigim bir hadise var. Ve beceremedigimden yardimina ihtiyacim var. Kafamda bir seyi de toparlayamadim, buraya ben dagitayim, belki bir akilli gelir toparlar...

Simdi bu enteller Facebook'ta sunlari paylasiyor: Erkan Ogur, Pink Floyd, Ortacgil, The Beatles, Vedat Sakman, Ella Fitzgerald... Liste uzar gider de, sozun ozu paylasilan hep muzikalitesi tartisilmayacak isimler.

Sonra bakiyoruz Top10'lara paylasilanlarla ilgisi olmayan; Gokhan Ozen, Serdar Ortac, Ebru Gundes, Gulben Ergen vs.

Simdi sana soruyorum ey mp3-calarinda Serdar, Candan, Gulben olan sevgili dostum. Tum gun bunlari dinliyorsan, neden Ella'yi paylasiyorsun? Yok onun daha iyi bir sey oldugunu anliyorsan, digerlerine nasil tahammul ediyorsun? Daha iyi oldugunu anlamiyorsan, neden bize anliyomus gibi yapmaya bu kadar meraklisin?

Millet 5-10 sene evvel Nur Cintay okur, ama Cetin Altan paylasirdi. Simdi Yilmaz Ozdil'le ortayi buldu, kimse komplekse girmiyor... "Ozdil'i okudun mu?" "Ay okumam mi, bayiliyorum ona!!!".

Simdi muzik konusunda da rahmetliler gunu kurtariyor. Herkes Kazim Koyuncu hastasi. Onu dinlemek, anlamak bir sey... Ben bu kadar Karadeniz muzigine ilgili oldugumuzu bilmezdim. Acaba kac kisi gun icinde paylasmaktan ote onu dinliyor? Ben dinleyemiyorum, sarkilarinin bazilari guzel, ama hic tarzim degil. Suna da sahit oldum "Kazim sever misin?" "Olm o adam hayattayken de ben onun hastasiydim". Yine yine 0-1 basliyorsun.

Baris Akarsu'nun ne kadar cok seveni varmis. Rahmetli Ezgi'nin Gunlugu'nun Leyla'sinin icine disina etmis (soyleyisinde problem yok, siradan bir vokal, ama muzik skandal), ama herkes bayiliyor onun yorumuna. Husnu Arkan sag oldugundan anlamiyorlar, bir 50 seneye kadar onu da anlarlar nasilsa...

Herkes baskasina daha olmadigi bir yuzunu gostermeye cabaliyor. Herkes digerinden iyi. Hep Sezar'in hakki Sezar'a. Kaliteden asla odun verilmiyor... Ama Hande Yener, Kutsi falan satis rakamlarinda rakipsiz...

Edit: Farkettim ki benim asil uyuz oldugum Top10'da kimin oldugu degil. Paylasilanlar. Misal, Frank Sinatra - My Way gorunce cildiriyorum. Bunu paylasmadaki amacin "bakin soyle de bir sey var" demek olamayacagina gore, "ben bunu dinliyorum" demek. Sen onu youtube'dan dinliyorsan zaten zavallisin! Iyi bir muzik dinleyicisinde zibil cesit versiyonu CD'lerde olan, sikca dinlenen bir sarkiyi dinledigini anons eden ENTELLER bana dokunan.

Edit2: FB'tan bir okuyucu istegi uzerine ben neyi paylasirima bir ornek: Tommy Emmanuel, cok bilinmeyen, benim de yeni tanistigim bir yetenek: http://www.youtube.com/watch?v=qQhECkexmSI

Edit3: Diger bir soruya cevap vereyim; ben Top10'dan hic bir sey dinlemiyor degilim. Mesela Sila'nin sesi cok guzel, kayitlari da tek kelimeyle muhtesem. Sadece sarkilarina biraz kafam takiliyor; soz olarak bos, muzik olarak siradan sarkilari var. Sesine ve studyodaki elemanlarin becerilerine biraz yazik oluyor.

Barcelona Günlükleri - Malaga

Bu sezon henüz hiçbir maçını kaçırmadığım, kaçırsam da tamamını indirip izlediğim üç takım var. Barcelona, ManU ve tabii ki de Beşiktaş. Son ikisi tamamen sempatizanlığımın ürünü. İlki ise gittikçe hayatımın en büyük aşkına dönüşmek üzere! Katalan çocuklardan çok şey öğrendim, öğrenmeye de devam ediyorum. Bugünden itibaren de -en azından bu sezon bitene dek- her maç sonrasında, o maçla ilgili gözlemlerimi sizlerle paylaşmayı bir görev biliyorum. Özellikle görev diyorum; çünkü kalan maçları Şota kardeşim gibi elimde not defterim ve kalemimle izlemeyi düşünüyorum. Abarttık di mi! :)
Notlarımıza biraz önce biten Malaga maçı ve önceki 18 maçtan aklımızda kalanlarla başlayalım:
  • La Liga'da 2010-2011 sezonunun ilkyarısı yarın akşam oynanacak maçla kapanıyo. Barcelona en yakın ve tek rakibi Real Madrid'in 4 puan önünde lider kapadı. Bunu da lig tarihinde iki yeni rekor kırarak yaptı. İlki topladıkları 52 puan, ikincisi ise attıkları 61 gol.
  • Dün fark ettim ki, Barcelona'nın o haftaki maçının gün ve saatini öğrenmek için fikstüre bakarken rakibinin kim olduğuna bakmıyorum. Başka söze gerek var mı?
  • Betis ve Deportivo maçlarında özellikle dikkatimi çekti: Babalar kornerleri paslaşarak kullanıyolar. Ama bu bizim bildiğimiz savunmanın dengesini bozmaya yönelik paslaşma değil. Bildiğin geri dönüp tekrardan oyun kurmaca. Bugünkü Malaga maçında biz dünyalıların bildiği gibi kullandılar çoğu köşe vuruşunu ama. Halihazırda tıkır tıkır işleyen bi sistem varken, uzun savunmalar karşısında risk almamak için böyle yapıyolar diye düşünüyorum. Başka fikri olan varsa ne olur üşenmesin, yazsın.
  • E aynı şey kale vuruşlarında ve geri paslarda da geçerli. Valdes mecbur kalmadığı müddetçe bizim degaj diye bildiğimiz o Maldonado hareketi yapmıyo. Futbolda anlam veremediğim birkaç kusurlu hareketten biridir bu. Zira çoğunlukla top kaybıyla sonuçlanır. Hatta durun, Buca maçında bunun istatistiğini tutiim ben. İşte şimdi çok abarttık, bir an önce toparlanıp kendime gelmem lazım. :)
En iyisi şimdilik bu kadar olsun. Geride kalan maçlara dair bu yazıda atladığım izlenimlerimi, bu konuda (aynı başlık üzerinden gidicez) sonraki yazılarımın arasına sıkıştırırım. E siz de halden anlarsınız canım...

A Little Porn, Paris Hilton


"Every woman should have four pets in her life. a mink in her closet, a jaguar in her garage, a tiger in her bed, and a jackass who pays for everything."

Akli dengesinden suphe edilen bir kadinin erkekler hakkinda yapmis oldugu harika bi cikarim bu. Bu kadin da Paris Hilton tabii ki. Turk ergeninin kendisiyle tanismasi kuskusuz "One Night in Paris" belgesel(!) filmiyle oldu. Heralde Google arama trendlerinde kendisi ile ilgili en cok arama yapilan 4. ulkenin Turkiye olmasi, daha ilginci 2. dilin Turkce olmasi "rastlanti yeaa" seklinde izah edilemez.

"One Night in Paris", Paris Hilton'un eski sevgilisi Rick Salomon'un amator kamerayla cekip haklarini Red Light District Video'ya sattigi 40 dk.lik amateur video. Bu kadar detayi nasil mi biliyorum? Imdb.com tabii ki. Belgeselin(!) imdb'de bayaa kunyesi olmakla beraber, 4.4 de rating almis. 2005 avn award (Porno sektorunun oscariymis): best overall marketing campaign odulunun de sahibi oldugunu not duseyim.

Konuyu farkinda olmadan fazla dagittim, toparliyorum. Paris Hilton porno dunyasina yeniden ayak atmis. Yeni eserinin adi "One Night in Paris: Back to the Basics" olacakmis. Yok yok, oyle degil. Yakin zamanda yayina girecek reality showu icin Paris Hilton dunyanin en buyuk porno produksiyon firmalarindan biri olan Digital Playground'u ziyaret ediyormus ve orada bi bolum cekmisler. Bakalim Hurriyet, Milliyet gibi kaliteli(!) haber kaynaklarimiza nasil yansiyacak bu goruntuler.

Bitirmeden once "One Night in Paris" dvdsi ile ilgili 1-2 musteri gorusunu de paylasmak istedim, sabah sabah tebessum etmekten yuzumdeki kirisikliklari belirginlestirdiler.

"expectations were high, resulting entertainment value was low. although, curiosity was satisfied."
"enjoyed the movie. the company took great care of me."

Saturday, January 15, 2011

Bill'in harita takıntısı

Bill Turianski adlı kardeşimiz kendisine ait web sitesinde enteresan çalışmalara imza atıyor. Onlardan bir tanesini sizinle de paylaşmak istedik: Avrupa liglerinde 2009-2010 sezonlarında oynadığı lig maçlarında -kendi evinde tabii ki de- 29,000 seyirci ortalamasının üstüne çıkan takımlar harita üzerinde sergileniyor.

İlk bakışta dikkatimi çekenler: Almanya'nın 16 takımla listenin tepesinde olması. Cahilliğime verin lütfen ama İngilizler'i (12) geçebileceklerinidüşünmemiştim. Ve tabii ki de Türkiye'den bir tek Fenerbahçe'nin (39,542) bu listeye girebilmiş olması. Stadyumların önemi bir kez daha ortaya çıkmış oluyor böylelikle. Bakalım GS de yeni stadıyla 2011-2012 listesine girebilecek mi. Darısı Beşiktaş'ımın başına...

Joga Bonito - Iniesta

Joga Bonito kendini yere atmamaktan ibaret değil tabii ki. O kendine her maçta başka bir vücut seçen bir ruh adeta. 18.12.2010 akşamı da Iniesta'yı seçmişti kendine; yoksa Iniesta mı onu seçmişti demeliyiz...

Hatırlayacaksınız, 2010 Dünya Kupası final maçında attığı golü, kalp krizi sonucu hayatını kaybeden arkadaşı, Espanyol takım kaptanı Daniel Jarque Gonzalez'e adamıştı. Geppetto babanın çocuklarına Barcelona-Espanyol rekabetinden ve her maçın nasıl bir atmosferde oynandığından bahsetmek haddime değil tabii ki. Ama bakın görün Iniesta o maçta oyundan çıkarken neler oluyor... Hem de Espanyol kalesinde tam 5 gol görmüşken!


Sen ne güzel bi insansın be Andres! Futbol seninle daha bi güzel.

d.i.v.o.r.c.e.

"I do want a child at some point. I feel like I need to fulfill the genetic paradigm, the destiny of it all"

demisti Ryan Reynolds, Scarlett Johansson ile Eylul 2008'de baslayan evliliginin akibeti hakkindaki bir soruya cevap verirken. Ilginctir, Amerikan basininin bu birliktelik icin ongordugu sure sadece 2 yildi. Ongoruler gercek oldu: Aralik 2010'da Ryan Reynolds Los Angeles'ta bosanma islemlerini baslatti (Scarlett'i Sandra Bullock ile aldattigi iddia ediliyor). Tony Parker'in eski takim arkadasi Brent Barry'nin karisi Erin Barry ile olan kacamagini aciga cikaran TMZ'de ikiliye ait soyle bi aciklama yayinlandi:

"After long and careful consideration on both our parts, we've decided to end our marriage. We entered our relationship with love and it's with love and kindness we leave it. While privacy isn't expected, it's certainly appreciated."

Parker-Longoria ayriliginda da benzer aciklamalar yapildigi icin sasirtici bir durum yok. Garipsedigim kisim Reynolds'in takip eden aciklamasi:

"Scarlett was the best part of my life, though having a family was a few years down the road."

Simdi bu adama Scarlett'i aldattigi icin laflar hazirlayanlar olacaktir, derin bi nefes alanlar cikacaktir, sanki simdi sanslari olacagini zanneden kimi bekarlarin yuzu gulmeye baslayacaktir. Ben sadece susuyorum.. yuzumde pis bi tebessumle.

Bir diger ayrilik haberinin oyunculari da maalesef Michael C. Hall ve Jennifer Carpenter oldu. Dexter'da abi-kiz kardesi, gercek hayatta kari-kocayi oynayan ikilinin yeni rolleri exhusband-exwife olacak. Yine TMZ haberine gore Michael C. Hall, Dexter'in 5. sezonu icin oyuncu kadrosuna dahil edilen Julia Stiles ile aldatmis Jennifer Carpenter'i. Dexter vesilesiyle Michael C. Hall'i artik ailemden bi birey olarak gordugum icin kirildim kendisine. Su 2 haberin kesisim kumesindeki veri de ilginc: zemin musaitse erkek aldatiyor arkadas.

Thursday, January 13, 2011

Bingo Night


TGI Fridays'in barinda konuslanmis atistiriyordum. Barmen tarafindan Bingo'ya dahil edildim - kartin beles olmasi rahatsiz etmedi. "Bingoo!!" diye bagirdigimda mi yoksa cok daha onceden mi gozune kestirmisti bilmiyorum. Bedava kokteyl karti elime tutusturuldugunda yanimdaydi. Adini sordugumda agzindan cikan harfleri umursamadim bile. Bira ismarlamak istedi. Mudslide martini ve margarita siparis ettim. Ikinci kadehler bingodandi. Devami sisli, hatirlamiyorum. "Artik eve gidip yatmam gerekiyor, hastayim" dedim, "iyi geceler". "Bana gidelim, sana sicak bir seyler hazirlarim" dedi. Dairesine girisimiz, turunu bilmedigim 2 kopegiyle oynasmamiz, kara kalem cizimlerini bana gostermesi hayal meyal aklimda. Yatagina dogru adim adim nasil ilerledigimiz de. Kazagimi cikardiginda irkildim, soguktu. Tek parca elbisesini cikardigimda onun da usudugunu farkettim. Birkac saniye hareket etmedik. "Birsey soylemem gerekiyor.. Ben vaginismusum" dedi. Anal alternatifinden bahsederken gri renkli polar kapsonlumu coktan sirtima gecirmis, atkimi baglamistim bile. "En azindan beraber uyuyalim, yarin sabah dersim yok" dedi. Ve birseyler daha... Arabamin surucu koltuguna devrildigimde bi suredir nefesimi tuttugumu farkettim. Direksiyonu ana yola dogru kirdigimda dairesinin isiklari kapanmisti. Televizyonun renkli isiklari kapali kepenklerde cirpiniyordu. Yolumu bulabilip daireme adim attigimda gun agarmaya baslamisti bile.

Sunday, January 9, 2011

Büyüksün Kaptan

Kaç kişiye nasip olur bilinmez ama Xavi Hernandez 2 Ocak tarihinde oynanan Levante maçıyla kırılması güç bir rekoru egale etti. Barcelona formasıyla çıktığı 549. maçtı bu Xavi'nin. Rekor bundan önce 1973-1989 yılları arasında forma giyen Miguel Bernardo Bianquetti (kısaca Migueli) 'ye aitti. Altını çizmekte fayda var: Migueli emekli olduğunda 38 yaşında idi, Xavi ise henüz 30 yaşında. Yani bir aksilik olmazsa bu sayıyı daha yukarılara taşıyacağını söylemek zor değil. Şimdi gelin bir insan nasıl onore edilir beraber izleyelim.

Uçur Bizi be Başkan!

Dünkü maçın sonu bizler için hazin oldu. Elendiğimiz Eurocup'taki çoğu maçın bir benzeri yaşandı sanki. Maçın sonlarına sayı avantajıyla girmemize rağmen yine tutunamadık ve Efes farkı kapatıp maçı uzatmaya taşıdı. İşte ben o dakikada TV'yi kapadım sevgili dostlar. Çünkü kazansak da kaybetsek de anlaşılan oydu ki, kendi adıma yarı-final hedefiyle başladığım sezonda play-off oynamaya şükredicektim.

Son Asvel maçından sonra BJK basketbol takımının maçlarını izlemeyi bırakmıştım. Fakat Ergin Ataman'ın da gelişiyle dün yine bir heyecanla oturdum maçın başına. Sezon başından bu yana rotasyonda olan 3 oyuncu sakatlıkları nedeniyle sahada yoktular. Fakat maç süregiderken ümitlendik, "Neden olmasın?" dedirttiler bize. Gelgelelim yine felaket bir son çeyrek, felaket bir son 3-5 dakika. Burak hocanın Chatman'ı neden kadro dışı bıraktığını da anlamak zor değil. Kafası başka, bambaşka yerlerde o çocuğun. Uzatmaların sonunda yaptığı kabul edilemez hareket de bunun habercisi.


E hal böyle olunca, bizim için tek güzelgelişme Iverson'ın oynadığı oyun oldu. Onu izlemek gerçekten çok keyifli. Geldiğinden bu yana en verimli ve en olgun oyununu oynadığını düşünüyorum. Ama işte o son dakikalar yok mu, al süpürgeyi eline, yap sihrini ve uçur bizi be başkan! Daha ne diim...

P.S. Bu arada Philadelphia Magazine AI'ın İstanbul'daki yaşantısına dair magazinel bir makale yayımladı. Meraklısına duyurulur.

Friday, January 7, 2011

Ulkemiz Alkol Tehdidinden(!) Kurtuldu



Evet, uzun süredir konusulan yonetmelik bugun Resmi Gazete'de yayinlanmis. Efes Pilsen, yoluna Pilsen'siz devam etmek zorunda kalacak. Genclerimiz Efes Pilsen basari kazandikca dustukleri alkol batagindan bu sekilde kurtulmus olacak! Ne guzel degil mi?

Bu olaydaki sacmaligi bir kenara birakarak kendi mantigi icinde degerlendirmeye calisiyorum. Tamam, alkol tutun vs;. devlet bunlari zararli aliskanlik olarak goruyor ve bu urunlerin kullanimini arttirma potansiyeli olan reklam vs. her türlü faaliyete kisitlama getirmeye calisiyor. Ve diyelim ki bu yonetmelik de bu amaca yardimci oluyor. Peki, sporla arasinda reklam, takim adi vs. disinda hic bir organik bagi olmayan ve olamayacak olan alkol bu muameleye maruz kalirken, kanimca sporu somuren, kemiren, sporun uzerinden gecinen, sporla %100 organik bagi olan, sporsuz yasayamayacak olan "bahis" icin ne yapiliyor? Bahis sitelerinin sponsorlugunda hazirlanan radyo ve televizyon programlari, sirf bahis tahminleri için çıkarılan gazete ekleri, maç tahminlerinin bahis terminolojisi ile yapılmasi genclerimiz icin nasil bir fayda arz ediyor, anlayabilmis degilim.

Galiba amac yine uzum yemek degil, bagciyi dovmek olsa gerek...

(Yazisini burada yayinlamama izin veren Basar Daldal'a tesekkur ederim.)