Thursday, December 23, 2010

Guti Haz.

Guti'yi izliyo musunuz? Saha içerisinde üstlendiği liderlik rolü (İbrahimler yokken pazu bandını da takmasıyla) ve oynadığı futbola sözüm yok. Lakin, formasından en ufağından dahi çekildikten sonraki jestleriyle sahada dokunulmazlığını ilan etmesi... Benim bundan bir Beşiktaşlı olarak hoşnut olmam gerekir değil mi? Fakat değilim. Çünkü her jest itiraza, her itiraz da karta dönüşme potansiyeli taşıyo. Eskişehirspor maçında olanlar hiç yaşanmamış gibi, Konya Şekerspor maçında yine yerde kaldığı bir pozisyon sonrası, ama bu sefer "çaktırmadan" yapıyor kart işaretini Guti hakeme. Tamam MHK'nın hiçbirtaviz tanımayan ve hakemlerimizi itirazın şiddet ve etkisini yorumlamaktan aciz robotlara dönüştüren -ki bir hakemi diğerinin önüne taşıyan yegane unsur budur- talimatı içler acısı kabul ediyorum. Ama o zaman sen de Türkçe "Hocam kart?" demesini öğren be kardeşim! Ben mi söyleyeyim yani bunları? Bak Nobre bu işleri iyi bilir, ona danış, o ne gerekiyosa öğretir sana. Hem o da bi işe yaramış olur, sevinir gariban.

Bu yazıyı okuduğunuza göre, Howard Webb'i tanıdığınızı farz ediyorum. Tanımayanlar da 2010 dünya kupasının final maçını (İspanya-Hollanda) yöneten hakem olarak referans alabilirler. Bu adam 13 Aralık akşamı bir maç (ManU-Arsenal) yönetti arkadaş!.. Saate ilk bakışım maçın 33. dakikasına denk geldi. Neden olduğunu siz anladınız. Kimse de gık'ını çıkartamadı! Şimdi soruyorum size: Guti bu hareketleri Webb'e yapabilir mi? Yaparsa Süper -saçma- Lig'imizde olmadığı için oyundan ihraç edilmese de Webb'in .ikinde olur mu?

İyi ki geldin, seni seyretmek büyüf keyif. Yazımın başında da söyledim, saha içinde üstlendiğin rolden de oldukça hoşnutum. Bu takıma katacağın, çocuklara öğreteceğin çok şey olduğunu da biliyorum. Fakat üzgünüm, istesen de henüz bu takımın 1. kaptanı olamazsın! Neden biliyo musun? Gün gelir bu ligi daha iyi tanır, tavır ve hareketlerini değiştirebilir, yukarıda yazdıklarımı da bana unutturabilirsin. Ama Eskişehirspor maçında ilk gördüğün sarı karttan sonra yaptığın hareketi (tekrar söyletmeyin şimdi ne olur bana) bana unutturamazsın! Çünkü Beşiktaş kaptanlığı hakeme itiraz etmekten fazlasıdır Guti, çok daha fazlası!..


Ayrıca yeri gelmişken söyliim, geçtiğimiz sezondan kalma 3. kaptanlık rolünü -ki o da Matias olmadığı için- idareten götüren Nobre'nin yerine bir kaptan aranıyosa,o isim Fabian Ernst'ten başkası değildir!

Joga Bonito - Messi

Bakınız, fair play sadece gole giden adamı düşürmemek anlamına gelmiyo arkadaşlar. Çekiciliği de tam bu noktadan kaynaklanıyo zaten. Zira fair play maddeler halinde sıralanabilecek bir liste değil. En önemsiz maçın hiç olmadık bir dakikasında karşımıza çıkabilir ve o dakikaya dek izlediğiniz için pişman olduğunuz maçın anlamını sizin için baştan aşağıya değiştirebilir.

Yıllarca kendini yere bırakan, o da yetmezmiş gibi yerde ardı ardına taklalar atan futbolcuları izledik, hala da izliyoruz değil mi? En güvendiğiniz, yapmaz dediğiniz futbolcu dahi bunu yapabiliyor. Onu da geçtim, pozisyon gereği yapmazsa da sizler ona kızabiliyosunuz değil mi? Fakat bir adam var ki, dünyanın belki de en profesyonel futbol klübünde, en amatör ruhla en güzel futbolu oynuyor. Aşağıdaki videoyu izledikten sonra hepimiz oturup tekrar bir düşünelim ve yargılamaya da önce kendimizden başlayalım, olmaz mı?

Hatta gelin bu postla bir gelenek başlatmış olalım ve Joga Bonito adında bir etiket oluşturalım. Başlıkları da buradaki gibi atalım.

Play beautiful...

Sunday, December 5, 2010

Gladiators

Söylenecek fazla bir şey yok. Arkanıza yaslanın ve bu şölenin tadını çıkarın.

Monday, November 29, 2010

Nokta.

Verne'nin 27 Ekim tarihli yazısının sonunda Nike'ın LeBron için çektiği reklam filmini izlemiş ve üzerine tartışmıştık. Cleveland'ın cevabı gecikmemiş, onlar da bu videoya başka bir videoyla response vermişlerdi. Son söz ise majestelerinden geldi. Tom Hinueber isimli bir sinema öğrencisi tarafından hazırlanan kısa film bir hafta içerisinde 1 milyondan fazla kişi tarafından izlendi. Aman siz de eksik kalmayın:

Sunday, November 28, 2010

Sen Bana Birini Android #2


GS-BJK maci sonrasi Ntvspor'u takip ederken farkettim ki herkesin bir cifti var bu dunyada. Ornek mi? Yukaridaki resimdekiler mesela. Resmin sol karesindeki malumun. Sag karesindekinin hikayesi ilginc. Besiktas maci sonrasi Galatasaray baskani Adnan Polat'i stadyum disinda yakaliyorlar, taraftarin istifa tepkisini soruyorlar, adam da "Galatarasaylilik dustugunuz zaman aglamak demek degildir" diye cevapliyor. Tam o esnada bu sag karedeki arkadas beliriyor ve aglayarak (belki de ses tonu oyle bilmiyorum) "biz ne yapacagiz baskanim ya, her hafta para veriyoruz, yazik gunah degil mi bize, her hafta bilet parasi veriyorum ben ya, dogmamis cocugumun rizkini veriyorum ben ya, yazik gunah degil mi bu kiz hamile (karisindan bahsediyor), her hafta rizkimizi veriyoruz, her hafta 150-200 kagit para veriyoruz ya" diyor.

Ya arkadas manyak misin, dogmamis cocugunun rizkini maclara mi veriyorsun? Futbol bir oyun. Tabii ki takim taraftari olarak guzel futbol izlemek hakkindir. Saniyor musun ki Turkiye Super Fantastik Ligi'nde diger takimlar oyun kalitesi bakimindan GS'den ustunler. Bana gore GS bugunku macta BJK'dan cok daha iyi oynadi - zaten BJK da altmislarin futbolunu oynadi. Mesele zaten oyun kalitesi degil di mi, sonuc! Daha ozeti "yenilmek". Sen yenilmegi hazmedemiyorsan bi zahmet araya mesafe koy futbol OYUNu ile. Birak bu fanatizm islerini de her mac 200 TL verecegine bi banka hesabi acip cocugunun rizkini oraya yatir. Madem hesap sorabiliyorsun, bugun giden 3 puan icin aglayip Adnan Polat'a hesap soracagina, mactan birkac saat once "Haydarpasa Gari'ni yakarak ortadan kaldirma ve yerine otel dikme" projesini baslatanlara hesap sor. Futboldan zevk almayi beceremiyorsan (ki Turkiye'de oynanan futbolu dusununce zevk almak marifet gerektiriyor) bari bu les futbolu daha fazla kirletme.

Maalesef Turkiye'deki futbol seyircisinin buyuk cogunlugunu bu adamlar temsil ediyor. Bunun tribundeki turevleri de macin son 10-15 dakikasinda koltuklari soktuler - aferin size, maarifet!. Ele avuca sigdirilamayan Ridvan Dilmen bile BJK Konya ile berabere kalinca Schuster'in hucum futbolunu elestirirken, BJK dogru durust futbol oynamadan GS macini kazaninca "Schuster BJK icin bir sans" diyebiliyor. Turkiye'de onemli olan futbolun nasil oynandigi degil, tek gercek "YENMEK"! Siz boyle devam edin, Turk futbolunu avcunuzun icinde ufalayin, dogmamis cocuklarinizin rizkini maclara yatirin. Futbolu da hayatinizin merkezine koyup her maglubiyetten sonra hayata kusun, hayati kendinize ve cevrenizdekilere haram edin. Aglayan arkadasim, sen de bu kadar tantanaya artik kizinin adini Sabri koy.

Iverson Isınıyo

Salı günü yaşanan Goettingen faciasından sonra TBL'de dün Beşiktaş Trabzonspor'u 94-85 mağlup etti. Allen Iverson'ın 14 sayı, 8 asist, 3 ribauntla tamamladığı maçta bizim için asıl ümit verici olan ise, yıldız oyuncunun rahatlıkla bitirebileceği pozisyonlarda daha uygun durumda olan takım arkadaşlarını topla buluşturması oldu. Saha içindeki duruşu ve oyun zekası olarak başta kendi takım arkadaşları olmak üzere hepimizin ondan öğrenebileceği çok şey var. Umarız performansı artarak devam eder.

Bu arada kendisiyle röportaj için sıraya giren muhabirlerden son nasiplenen spor portalı heinnews'inkiler olmuş. Linkte gayet keyifli ve yer yer mesajlar da içeren Iverson röportajını ilginize sunuyoruz.

Keyifli pazarlar.

Saturday, November 27, 2010

Üzülsem mi Sevinsem mi...

Ntvspor.net'in bugün 16:38 itibariyle girdiği habere göre Beşiktaş, teknik direktör Schuster'in isteği doğrultusunda, orta saha oyuncusu Manuel Fernandes'i sezon sonuna kadar kiralık olarak kadrosuna katmak üzere Valencia kulübüyle anlaşmış. Hemen belirtelim, 24 yaşındaki oyuncunun Portekiz milli takımıyla da 8 maçta 2 golü bulunuyor.

Ne diyelim, hayırlı uğurlu olsun. Gelgelelim, ben haberdeki şu paragrafa takıldım kaldım:

"Valencia'da yeterince forma şansı bulamayan Fernandes'in, yaz başında İtalyan devi Inter'e transferi gündeme geldi. Ancak Fernandes'i satın alma opsiyonu ile kiralık olarak kadrosuna katmak isteyen Inter, sağlık kontrolleri sonrası fikrini değiştirdi. Fernandes bunun üzerine yeniden Valencia'ya döndü."

Quaresma'nın neredeyse her maç öncesi oynamasının muallak olduğu, sezon başından bu yana sakatlıklarla boğuşan ve büyük ölçüde bu nedenle de ideal 11'ini hala belirleyememiş (ortada öyle bir niyet varsa tabii !!) bir takımın taraftarı bu habere sevinsin mi üzülsün mü şimdi..!

Thursday, November 25, 2010

Asıl kafalar 1960'larda

Bir suredir Schuster'in "Turkiye'de 60'larin futbolu oynaniyor" aciklamasina karsi atip tutan sigirlar hakkinda (ozellikle BJK'li eski futbolcu yeni yorumcular) yazmak istiyordum. Ta ki Ibrahim Altinsay'in Radikal'deki yazisina denk gelinceye kadar. Kendisine bu blog vesilesiyle tesekkur ediyorum ve dikkatinden kactiysa okuman icin asagiya koyuyorum. Kelimesi kelimesine katildigim icin fazla uzatmak istedim..
-------------------------------------------------------------------------------------------------
Schuster, Konyaspor maçından sonra “Türkiye’ye gelirken burada 1960’lar tarzı futbolla karşılaşacağımı tahmin etmiyordum” gibisinden bir şey söyledi biliyorsunuz. Bizim gazete bu laf üzerine kendi yazarları arasında soruşturma açtı. “Türkiye’de 1960’lar futbolu da 2010’lar futbolu da oynanıyor” dedim. Telefondan gazeteye basılı hale gelene kadar “İkisi de oynanmıyor”a dönüşmüş lafım. Sorun değil, baktığın yere göre aynı kapıya çıkıyor iki görüş de. Şurada altı senedir yazıyorum, aynı sorunu her sezon başka terimlerle yineleyip duruyorum… Sadece futbolda değil her alanda yenilenme ile yeniliğe direnme arasında gidip geliyoruz. ‘Muhafazakâr özgürlükçü’ gibi eşsiz bir terim hediye ettik siyasi literatüre.
İltifat bile sayılabilir
Bu şizofrenik yarılmanın futboldaki yansımasına kimi zaman ‘Demode futbol-moda futbol’ dedim, kimi zaman ‘Tutucu-çağdaş’, kimi zaman ‘Sıkıcı-eğlendirici’… Şimdilerde de ‘Şampiyonlar Ligi (ŞL) Standardı-Türkiye Süper Ligi (TSL) Standardı’ diye ayırıyorum. Fazla lafa gerek yok. İzleyin ilk Bursaspor-Valencia maçını, TSL şampiyonunun futbolu ile çoluk çocukla oynayan Yarasalar’ın futbolunda iki standardı açıkça görürsünüz. Bu ülkenin en büyük maçları Fenerbahçe-Galatasaray maçları değil mi? Geçen haftalarda Saracoğlu’nda oynanan derbiyi hangi yılların futboluna sokacaksınız? Schuster tabii görmüş geçirmiş adam. Çalışmadığı hoca yok. ‘Catenaccio’nun yani ‘kaleye zincir vurmak’ın, Türkçe meali ‘Çanakkale geçilmez’in babası Herrera bile hocası olmuş… Benim altı senede anlatamadığımı bir cümlede anlattı adamcağız. Schuster’in “Daha dikkatli olmalıyım” anlamındaki bu özeleştiri cümlesi duruma göre bir iltifat bile sayılabilir. Ben 1960’ların futbolunu tribünden izlemiş biriyim. Vallahi o zamanların Fenerbahçe-Galatasaray maçları şu son maçtan çok daha iyiydi. Kaybetme korkusuyla yapılan hainane sertlikler, sahtekârlıklar, tribün kışkırtmaları yoktu. Futbol oynamak ve eğlenmek için hafta sonu bir araya gelmiş futbolcular ve taraftarlar vardı.
Ne istediğinize karar verin
Aslında bu işte en az suçlu teknik direktörler… Bizim maç sonrasında üzerinde ahkâm kestiğimiz şeyleri maç öncesinde sezmek, tasarlamak ve uygulatmak zorundalar. Bir yandan kaybetme korkusu yüzünden sürekli bunalım yaşayan başkanlarla ve yöneticilerle uğraşıyorlar, öte yandan parasını alamayan futbolculardan ve tribünlerle barışmak için garanti paraya transfer edilmiş yıldızlardan bir takım yaratmaya çalışıyorlar. Devre arasında gelip de bir takımı kümede tutarsanız ya da şampiyon yaparsanız sizden büyüğü yok. Ama ertesi sezon yeni bir planlamayla kalıcı bir gelişme için kolları sıvarsanız sizden kötüsü, cahili yok. Fenerbahçe’yi ŞL standardına çıkartan Zicolar, aynı şeyi Galatasaray’da ve Beşiktaş’ta yapan Lucescular bile yaşatılmadı bu ülkede. Schuster’e de yapılan bu. “Çağdaş futbolda kaleci libero gibi olmalı, oyun kurmalı” diyorsunuz, sonra “Beşiktaşlı Cenk’i çok ileri çıkıyor, tecrübesiz” diye eleştiriyorsunuz. “Top rakipteyken bile savunma ileri çıkmalı, ileride basmalı” diyorsunuz, sonra “Beşiktaş nasıl çizgi savunma oynar, arkayı boş bırakır” diye Schuster’i topa tutuyorsunuz. Gol için karşı kaleye dikine ve çoğalarak gidiyor diye Barcelona ve Real Madrid’i ağzı açık seyrediyorsunuz, sonra Beşiktaş’ı “herkes hürra karşı kaleye gidiyor” diye yerden yere vuruyorsunuz. Tempolu oynayan takımlar sanki revire dönüyormuş gibi “Beşiktaşlı futbolcular çok koşuyor, onun için sakatlanıyor” gibisinden garip bir sonuca varıyorsunuz. “Bugün artık her futbolcu her yerde oynayacak” diye buyuruyor, sonra “Beşiktaş’ta Aurelio dışında kimsenin nerede oynadığı belli değil” diye müthiş bir keşifte bulunuyorsunuz. “Futbol karmaşık bir sistem oyunu” diyor sonra da tek tek pozisyonlara ve değişikliklere takılıyorsunuz. Beşiktaş’ın savunmanın geriye kaçma hastalığından yediği birinci Konyaspor golünü dile dolarken ikinci yarı daha rahat iki kontratağı Necip’in pozisyon sezgisi ve hızıyla kestiğini unutuyorsunuz. Ulema, “Futbolun seyir kalitesini yükseltmek” gibi büyük lafları kimseye bırakmıyor. Ama Beşiktaş Konya karşısında 2-1’i bulmuş, üçü dördü arıyor, tribünler coşmuş, Konya da hareketlenmiş, maç 2-2 bitince koronun sesi yükseliyor: “Yahu akıllı olsana, 2-1’i korumaya oynasana!” Schustercesi “1960’ların futboluna dönsene!” Artık bir karar verin. Milyonlarca euro verdiğiniz, yoluna halılar döşediğiniz kariyerli hocalar sizin kafanızdaki topu mu oynatacak yoksa kendi kafalarındakini mi? Kendimi de katayım, biz mi değişeceğiz, onlar mı?
Yiyemeyince kusuyoruz
Onlar değişecekse neden veriyoruz bu kadar parayı adamlara? Schuster’in sorunu çok açık. Bu kadronun onun kafasındaki oyunu oynaması zor. Tribün için transfer edilen ve doğal olarak tribüne oynayan yıldızlarla, emekli ikramiyesi transferler yapmış veteranlarla ve bir oynayan bir oynamayan gençlerle, bırakın 2010’u, olağan bir takım düzeyine ulaşmak mucize gibi bir şey. Bakın Mourinho, PAF takımı gibi bir Real Madrid kurdu. O bile istediği takımın oluşması için iki yıl istiyor. Ama siz piyasa değeri kalmamış Beşiktaş kadrosuna ‘harika, muhteşem’ derseniz, suçlayacak Schuster’den başka kimse bulamazsınız. Sonunda, iki yıldır doğru dürüst oynamamış Fatih Tekke, ‘kurtarıcı’nız olur. Sonra da “Madem Konya demode top oynuyor niye yenemedin” diye dâhiyane yorumlar yapılıyor… Olumlu top oynamaya çalışan takımlar kapanan takımlara puan kaptırabilirler. Ama bu durum onların yukarıya ötekilerin aşağıya oynadıkları gerçeğini değiştirmez. Umarım beni yanıltırlar ama Konyaspor böyle hep bir puana bayram yaparsa kümede kalma mücadelesine mahkûm olur. Bütün maçlar berabere bitse 34 puanla küme düşersiniz. Karşı örnek Antalya… Pozitif futbolla kümede kaldılar, şimdi yukarılara çıkıyorlar. Hatırlatırım, mevcut kadroya rağmen Schuster, ön eleme oynayarak Avrupa liglerine kalmış tek Türkiye takımının hocası… Beşiktaş’ın Porto’da, 2010’lar futbolunun en iyi temsilcilerinden Porto’ya karşı oynadığı başa baş futbol bile ona saygı duymama yetiyor. Bizim dünya birincisi alınganlıklarımıza dokunması ise hoşuma gitmiyor değil… Adam yaptıkları kadar yapmadıkları ve reddettikleriyle var olan insanlardan. 24 yaşında milli takımda oynamayı reddedince yiyemediler onu. Çünkü iyi futbolcuydu. Batı Almanya’nın 1980’de Avrupa Kupası’nı kaldırmasında emeği vardı. Hocalarıyla tartıştı yine yiyemediler onu. Çünkü Barcelona ve Real Madrid’in eski günlerine dönmesinde başı çekmişti. Hocayken de doğru bildiği yolda gitti. Çünkü iyi hocaydı. Real Madrid’in puan rekoru kırarak kazandığı son şampiyonlukta onun imzası vardı. Keyfi kaçınca çekip gitmesini bildi. Merak etmeyin, buralardan da çekip gider. Biz de yeni teknoloji cilasına karşın Namık Sevik’lerin spor gazeteciliğinin gerisine düşen basınımızla, yüksek çözünürlüğe ve örümcek kameralara karşın radyo muhabbetinden ileri gitmeyen televizyonculuğumuzla, dünyada olup bitene kayıtsız kalıp herkesi kendi düşündüğü kadar düşünmeye zorlayan otoritelerimizle baş başa kalırız.
Ibrahim Altınsay - Radikal, 25 Kasim 2010

Van Der Sar has gone fishing

Söylentilere göre ManU Van Der Sar'ın veliahtını buldu. Danimarka milli takımı için de Peter Schmeichel'ın veliahtı olarak gösterilen 26 yaşındaki file bekçisinin adı Anders Lindegaard. Norveç'in Aalesunds takımından Ocak ayında transfer edilmesi beklenen kalecinin İngiliz kulübüne maliyeti 3,5 milyon £ civarında olacakmış.

Kaynak: bolbolfutbol

Wednesday, November 24, 2010

Puskas Award

FIFA 2010 yılının en güzel golünü seçmek için bir anket başlattı. Adaylar arasında Hamit'in Kazakistan'a attığı gol de var. Oylama süreci 10 Ocak'a kadar devam edecek. Kaptanımıza şimdi arka çıkmayacaksak ne zaman çıkacağız değil mi? O nedenle bi zahmet yukarıdaki linkten bir tık reca edelim efenim sizden.

Tuesday, November 23, 2010

Kansız devrim mümkün mü?

Fransa'da emeklilik reformuyla ilgili protestolar süredursun, efsanevi futbolcu Eric Cantona Presse Ocean gazetesine verdiği röportajda gündemi sarsan açıklamalarda bulundu. Buyrun kendiniz izleyin:



7 Aralık tarihini ajandamıza not ettik, takipçisi olacağız.

P.S. Konuyla ilgili BBC Türkçe servisinin haberi.

Maradona by Kusturica

İzlemeyen kalmasın. Emir Kusturica son filmini Maradona'ya çekti, hem de bizzat kendisini oynatarak. Fragman için sizi şöyle alalım:



P.S. Maradona için bi tag mi açsak naapsak :)

Thursday, November 18, 2010

Yine fark yaratiyoruz...

Hic bir basin kanali yazmadi... Ama MisterGeppetto fark yaratmaya devam ediyor. Eva Longoria ile Tony Parker ayriliyor!!! Her ne kadar basinda ayrilacaklari dedikodularini kesin bir dille yalanlamis olsalar da, az once Eva ile yaptigim telefon gorusmesinde, Tony'yi cok sevdigini ama yurutemeyeceklerini soyledi. Bakalim gazetelerden ne zaman okuyacaksiniz...

Tuesday, November 9, 2010

Topal KIZARdı

Dün oynanan Sevilla-Valencia maçının 24. dakikasında, sahaya ilk 11'de çıkan milli futbolcumuz Mehmet Topal kırmızı kartla oyundan ihraç edildi. Karar bana biraz sert gözüktü, siz ne dersiniz?



Edit: Topal maç sonrasında bakın neler söylemiş: "Caceres sert bir faule maruz kalmış gibi kendini yere bıraktı ve hakemin kararını etkiledi. Sonuç olarak haksız bir kırmızı kart gördüm. Ben agresif ve sert oynayan bir futbolcuyum ama saldırgan bir oyuncu değilim."

Saturday, November 6, 2010

Allen "The Answer" Iverson

Beşiktaş'a transferinden sonra onun hakkında bi post'umuz olmasa olmazdı! Antremanlara çıkmadığı yönündeki eleştirilere düzenlediği basın toplantısıyla bakın nasıl cevap veriyor kardeşim.


Allen Iverson - Practice

Big Fruity Myspace Video

Yaslı Gittik Şen Geldik

Hafta içinde aldıkları 3-1'lik Manchester City galibiyetiyle dikkatleri üzerine çeken son Polonya şampiyonunun taraftar grubu da evlere şenlik. Grasshoppers deplasmanında açtıkları pankarta bakın hele. Görüntülerimiz de Chazar Lankaran ile oynadıkları Avrupa Ligi ön eleme turu maçından.



P.S. Öyleyse napıyoruz, uygun bi vaktimizde videonun tamamını izliyoruz ;-)

Thursday, November 4, 2010

...run Walcott run...

Görüntülerimiz dünkü Shakhtar Donetsk-Arsenal CL maçından. Bu çocuğu tutabilene aşk olsun!

Wednesday, October 27, 2010

Here's to a big season

Kral Çıplak

NBA sezonu en nihayetinde Celtics-Heat kapismasiyla basladi. Celtics'in yas ortalamasi her gecen gun artiyor ama defense intensity'lerini her nasilsa korumayi basariyorlar. Bu savunma anlayisinin mimari olan Tom Thibodeau'nun takimdan ayrilmasi bile ritimlerini bozmamis. Ancak artan yas ortalamasiyla ve eklem agrilariyla Celtics savunmasi yogun mac temposuna nasil ayak uyduracak merak ediyorum. Celtics hucumlari ise gecen seneki gibi direkt Rondo odakli - Heat macinda tek basina 17 asist yaparken Heat 19 asist Celtics 25 asist yapti. Rondo'nun benchte oldugu donemlerde (yedeginin Nate Robinson oldugunu da hatirlatayim) veya gevsek oldugunu donemlerde Celtics hucumlari tikaniyor. Dunku macta Heat'in comeback'inin en ozet ifadesi bu. Offseason'da bigman'leri kadroya katarak bench derinligi saglamis gibi gozukseler de bu takimin en buyuk problemi Rondo'nun sirtina binmek olacak. Celtics su anda "Big-3" takimi degil de "Big-1 & 3-All-star" takimi goruntusunde.

Her ne kadar baslikta kral ciplak desem de (hep demek istemisimdir) Heat adina dunku macin adami kuskusuz LeBron James'ti (31 Pts, 4 Reb, 3 Ast, 1 Stl, 2 Blk). Offseason hamleleriyle sampiyonluk adayi ilan edilmesine ragmen, Heat hala takim organizasyonunu saglayamamis. Belki de Wade-LeBron-Bosh'un pre-season'da sadece 3 dakika beraber oynamasiyla iliskilendirilebilir bu uyumsuzluk. Celtics macinin 2. ceyreginde bi ara Rondo'nun 6 asisti varken, Heat'in sadece 3 asisti vardi. Ayrica, ilk ceyrekte attiklari 9 sayi ve ilk yarida attiklari 30 sayi gecen seneki en dusuk sayilarinin (12-32) altinda kaldi. Heat'in esas problemi ise guard ve pota alti savunmasi olacak gibi. Her ne kadar starting lineup'ta bu 3 isim cok cool gozukse de takiben gelen 2 isim Joel Anthony ve Carlos Arroyo. Joel Anthony'nin boyu sadece 6'9'' ve kendisinden 3 saniye korudorunu doldurmasini beklemek veya ilerleyen haftalarda Howard'i savunmasi beklemek biraz abes olur. Dunku macin ilk yarisinda Celtics ard arda turnikeler atarken, 38lik Shaq'a karsi alabildikleri tek onlem faul yapmakti - bi transition sonucu smac vurmasini da izledik ve Shaq'in Magic gunlerini hatirladik sagolsunlar. Carlos Arroyo da hicbir zaman takim oyuncusu olamadi (keza Bosh da) ve simdi kendisinden Rondo'nun yaptiklari beklenmese de hucumu yonlendirmesi isteniyor.

Heat muhakkak en iddiali sampiyonluk adaylarindan, ama sanki LeBron'la ugrasirken diger tamamlayici parcalari dusunmeye vakitleri kalmamis. Su haliyle Heat'in LeBron ve Wade'ten hem hucumu domine etmelerini hem riboundlari kovalamalarini hem de savunmayi ayakta tutmalarini umit etmekten baska yapabilecekleri pek birsey yok. Bu ikiliden Wade dun aksayinca (4-16 FGM-A, 6 TOs) LeBron'un gucu yetmedi. Bi de umarim Heat macerasiyla Bosh'un ne kadar overrated bi oyuncu oldugu da anlasilir artik.

Son olarak, sezonun ilk macinin baslamasina dakikalar kala Nike, LeBron merkezli "What Should I Do" reklamini dondurmeye basladi. Ilgilisine..

Haddini Bil !

Eski bi haber ama yazmadan geçmek istemedim. Biliyosunuz geçtiğimiz haftalarda Semih'in adı Köln'le anılmış, ardından da Köln genel direktörü Michael Meier şunları demişti: "Kim bu çocuk. Ben onu tanımıyorum. Biz alıyoruz da benim mi haberim yok."

Bursaspor hakkında söylenenler ne kadar ağırıma gittiyse, bu sözleri de bi o kadar kaldıramadım. Yahu tamam Türk futbolu düşüşte vs. falan da, sen kimsin Fenerbahçe kim Michael!? Tanımaman normal tabi! Dur ama sen hiç zahmet etme, ben sana elimden geldiğince tanıtiim Semih'i: Piyasa değeri yaklaşık 5,5 milyon Euro olan, 25 milli maçta 8 gol atmış, Fenerbahçe'de Alex'le beraber kaptanlık yapmış, 150'nin üstünde maça çıkmış, 50'nin üstünde de gol atmış, taraftarının sevgilisi, nam-ı diğer Genç Semih.

Şimdi tekrar soruyorum: Asıl sen kimsin Michael? Gönlün rahat olsun, Semih FB'den ayrılacak olsa bile -ki bence ayrılmamalı ve Aykut hoca tarafından sürekli oynayacak şekilde takıma monte edilmelidir- layığı Bundesliga'da her sene kümede kalma mücadelesi veren, geride kalan 9 haftada da 5 puanla sonuncu sırada olan 1.FC Köln olmaz!

New Season => New Spot

Lenny Kravitz NBA'de dün gece başlayan 2010-2011 sezonunun hava atışını yaptırıyor...

Tuesday, October 26, 2010

Biraz Ciddiyet !!

Yani yazmiim diyorum ama artık burama geldi. Schuster efendiyi eleştireceğim ilk yazı olacak ve bundan dolayı da üzüntü duyuyorum. Son dört resmi maçımızı kaybettik evet! Fazla uzatmamak adına ilk üçüne fazla dokunmadan -ki aslında gerekir- Kayserispor maçı ve sonrası ile ilgili diyeceklerim var.

Öncelikle ilk onbirde Onur'u görmek herkes için sürpriz olmuştur sanırsam. Schuster'in Onur'a daha önce de kazandığı veya kaybettiği (bu kısım önemli) maçların son 10 dakikalarında şans verdiğini gördük. Fakat Kayseri gibi bi deplasmanda 11 başlatmak büyük risk değil mi yahu! Guti 90 dakika oynayabilecek ölçüde hazır değilmiş. Peki kabul. Yusuf'la başla o zaman, anladım düşünmüyosun adamı ama haftalardır da yedek kulübesinde oturtuyosun. Hem Onur'a da yazık. Çocuk büyük ümitlerle geldi, geleceğimizdir, doğru. Ama dün sahada şaşkın şaşkın gezindi durdu. Bildiğin 10 kişi oynadık 65 dakika. Çocuk inanamamış ki sen nasıl inandın!

Hadi bunları geçtim, üzerime vazife değildir. Takımı hocadan iyi bilecek halim yok ya. Gelgelelim, maç sonrasında yaptığın açıklamalar yenilir yutulur gibi değil be arkadaş. Hoca önce diyo ki, ligin son 2 haftasında değiliz, endişelenmiyorum, puan farkı kapanır. Ulan sen hiç anlamamışsın ki bizim olayımızı. Beşiktaş'ın rakibi önce Beşiktaş'tır arkadaş! Puan farkı kapanır kapanmaz .ikimde değil, ama son 5 sezonun en kötü başlangıcını yaptın, çıkıp söylediğin laflara bak!

Sonra da iyi oynadığımızı ve kaybetmeyi hak etmediğimizi söylüyo! Neyi hak ettin o zaman, beraberliği mi? Beraberlik için mi çıkıyosun en önemli üç oyuncusu eksik Kayserispor karşısına? Her iki takımın da eşit sayıda pozisyona girdiğini söylemiş. Ben farklı bi maç mı izledim arkadaşlar? Souleymanou'yu bi pozisyonda gördük, o da kendi stoperinin hatasını sonucu oluştu zaten!

Zorla sövdürüyo adama yahu...

Monday, October 25, 2010

Ilkler

Ilk kez bir All-star, ilk kez bir MVP, ilk kez bir NBA sayi krali, ilk kez bir All-Star MVP'si Turkiye'de forma giyecek. Bunun nasil bir ruya oldugunu esimle aramizda gecen bir konusma ile izah edeyim:

-Hayatim Allen Iverson hangi takimda oynuyor?
-Bilmem Denver miydi en son?
-Yok ama simdi nerede biliyor musun?
-Nerede?
-Besiktas!
-Amaaaan... Ne? Besiktas Allen Iverson diye birini mi aldi?

Iste boyle bir ruya oldu. Boylesi imkansiz bir sey oldu. Ilhan Mansiz belki bir daha o formayi giyemeyecek ama onun kadar guzel gozlu AI'imiz var artik.

Tupcu acaba bu transferin Guti ve Quaresma'dan daha muhim oldugunun bilincinde mi? Ya da AI hic bir sey oynamasa da Turkiye basketbol ligini Amerika ulusal televizyonlarina tasiyacaginin? Amerika'da Besiktas diye bir basketbol takiminin varligindan haberdar olunacaginin? Siradan mac ligi biletlerinin kapisildiginin, artik futbol seyircisine bedava bilet vermemesi gerektiginin farkinda mi? Sadece 1.5 milyon lira verip ikna etmek icin aylarca surunduklerine gore, farkinda oldugundan emin degilim. Bence AI oynamasa bile bundan fazlasini hakediyor. Bence Turkiye'deki moda dergileri bile harekete gecmeli...

Umarim AI Turkiye'de mutlu olur. Umarim... Cunku gunumuzde sportif basari hic bir seydir, reklam hersey.

Sunday, October 24, 2010

Karman corman bir yazi...

Bence bugunku derbide futbola doyduk. Taraf olup heyecanla izleyenler ne der bilmem ama ben bir BJK'li olarak cok keyif aldim. Hep o Ispanya ligi maclarini izleyip 0-0 da bitse "ne top oynuyorlar arkadas" diye dusunen ben, bugun Digiturk'e verdigim her kurus helal olsun dedim.

Evet bizim (yerli) cocuklar yine goze batiyor, yine yeteneksizler, yine geri oynuyorlar, yine gerginler... FB'nin yerlileri gorece daha iyi. Gokhan topcu. Emre iyi ama anlamiyorum, Emre'nin derdi ne anlamiyorum. Mesela Ayhan'in sorunu ne onu da anlamiyorum. Fotograftaki pozisyonda Cana karti gorecek, hakemle konusuyor donup gidiyor. O sirada Ayhan hakemin koltuk altina dogru bagiriyor, haykiriyor, tukuruyor, kusuyor. Dikkat, yuzune bile degil hakemin! Asagilarda bir yerde, hakem de onun ustunden takiliyor. Bu olay o kadar uzun suruyor ki fotograftan olayin vahametini tam anlamak maalesef mumkun degil.



Emre'nin saha icindeki hareketlerini inceleyen psikologlar "Emre'nin ciddi sorunlari var, destek almali" demis. Adam bokuyla kavga ediyor. Hatali pas attiginda bile pas attigi adami azarlayabiliyor. Ama nasil gerilmesin? Sokakta onu goren GS'liler yukleniyor, belki sovuyor, FB'liler iyi oynuyor diye takimda gormekten memnun olsa da bayilmiyorlar. Bir yalniz adam. Oysa agresiflikle antipatikligi ayiran cizgi o kadar da ince degil. Vaktinde atip tutmasa Italya'ya giderken, dondugunde de pasa pasa oynayacak FB'de. Kimse gik cikarmayacak, bu polemikler cikmayacak, medyaya yuklenmesine gerek kalmayacak, GS'a da bok atmayacak, parasini alacak topunu oynayacak, kimseye orta parmagini gostermeyecek...

Aklima David Rivers geldi. Olimpiakos'ta oynarken son saniyelerde Panatinaikos'a karsi serbest atis atacakti. Birini atsa bile kazanacaklardi. 35 sayi falan atmisti zaten sicakti. Gerilim hat safhada, geldi cizgiye, zaten iyi atar, sicak vs. Derken kacirdi. Sevincten cilgina donen ev sahibi Pana taraftari salonu yikiyor, sakince gitti tribunlere, iki eliyle daha da bagirin gibi bir hareket yapti - hani Tarabya'da bizim usaklar sahnede yapar ya. Seyirci oyle tahrik oldu, ugultu oylesine artti ki, bizim evdeki televizyondan zatece patlak hoparlor sesi geliyordu. O ugultuda gitti, ikincisini atti, sesi kesti, bizim TV de rahatladi. Mesaj cok netti :)

Ben bugun Rivers'in sokakta bir Pana taraftarindan cekindigini sanmiyorum. Ama bizim cocuklar olsa ya orta parmagini gosterir (ornekleri coktur), ya Hido gibi soktuktan sonra donup guler, dil cikarir, kisacasi kendini kurtardiktan sonra asagilar. Rivers'in olayi gerilimin disa vurumu ve kendine guvenden gelen makul bir tepki iken, diger saydiklarim asagilik kompleksi degil de nedir?

Tuesday, October 19, 2010

Sad but true!

Sabah kahvaltiyi takiben yaptigim kahve keyfi sirasinda rutin olarak ntvspor.net'te takiliyorum. Turkiye Super Fantastik Ligi bolumunde dun sabah Rijkaard'in yerine antrenor havuzundan kim gelecek muhabbetleri yapilirken ve en ciddi aday olarak Fatih Terim gosterilirken, aksam saatlerinde Hikmet Karaman ismi agirlik kazandi. Hatta Hakan Sukur de sportif direktorluk icin teklif aldigini acikladi. Bu sabah ise bambaska birsey oldu - Manisaspor baskani Kenan Yarali, Hikmet Karaman'in kontratini 2 yil uzattiklarini acikladi. Hemen ayaklanip bordo kapsonlumu aldim ve kendimi disari attim. Bir sigara yaktim. Hava serindi...

Sunday, October 17, 2010

Pazarlama harikası?

Resimde gordugun 7 kofteli Whopper, Burger King'in Windows 7'nin promosyonu icin kisa bi sureligine Japonya'da piyasaya surdugu Windows 7 Whopper. Yuksekligi 13cm olan bu Whopper ilk etapta 7 gunluk bir promosyon metasi olarak planlanmis. Nitekim, piyasadaki ilk 4 gununde 6000 civari burger satilinca, Burger King promosyon suresini 16 gune uzatmis. Tabii ki butun bu gelismeler Ekim-Kasim 2009 tarihlerine denk geliyor. Benim kendisiyle tanis olmam ise cenesinden operasyon geciren bir Japon arkadasima ameliyatin sebebini sormamla alakadar - 13cm'lik burger ve onu isirarak yemeye calisan Japonlarin antropometrik yapilari. Asil yadirgadigim sey ise Microsoft'un Windows 7'yi pazarlamak icin 13cm kalinliginda, 1000 calorilik ve yuksek kolestrollu bu kalp dusmani burgeri secmesi. Windows 7'nin Vista'dan daha az RAM gerektirdigini, netbooklarda bile yuksek performansla calisabildigini iddia ederken bunu pazarlamak icin 7 kofteli bi whopper kullanmak, hem de tanesini $8.50'a satarak...

Japanese Diego Maradona

Japonya'daki bir TV kanalinin duzenledigi yarismadan 2 eglenceli (ozellikle ilki harika) Diego Maradona taklidi!

Thursday, October 14, 2010

Bursalona

Malumunuz gündem oldukça yoğun bu sıralar. Maksat biraz kafamız dağılsın, hem bi nebze eğlenelim, eğlenirken de düşünelim dedik ve bu başlığı attık.

20 Ekim'de Manchester'da tarihi maçlarından birine çıkıcak Bursaspor. Daha önce Berbatov'la ilgili yazımda, mümkün oldukça ManU maçlarını kaçırmadığımı belirtmiştim. Valencia'yla oynadıkları son CL maçlarını İngiliz yorumculardan dinlerken, Bursaspor'dan averaj takımı gibi bahsetmeleri canımı sıkmıştı. Meğer bir tek onlar değilmiş böyle düşünen. Bakınız Sir Alex Ferguson maç öncesi Inside United dergisine yaptığı açıklamada neler demiş: "Yeşil-beyazlı takımın başkanının Rus olduğunu ve son birkaç yıldır transfere çok para harcadıklarını biliyoruz." Bursaspor'u yakından takip ettiklerini iddia eden 68 yaşındaki deneyimli menajerin gafı bununla da sınırlı kalmamış ve rakiplerinin kadrosunda iki Brezilyalı futbolcunun bulunduğunu kaydetmiş.

Konuyu milli maçlara bağlamak istemiyorum ama; Türk futbolunun katettiği(!) yol açısından baktığımızda, hepimizin dirseklerini sert bir yüzeye dayayıp, başını da ellerinin arasına alıp bi süre düşünmesi gerekiyo sanırım...

Kaynak: Sabah

Edit#1: Yarınki (02.11.2010) maç öncesinde, gazetecilerin maçla ilgili düşüncelerinin sorulması üzerine "55-0 Bursaspor kazanır." demiş. Ne kadar da komik gerçekten!..

Edit#2: Madem öyle, Ertuğrul Sağlam'ın Ferguson'a cevabını da yazalım: "
Ben buna ne diyeyim? Şaka yapmıştır herhalde. Kendisi ciddi bir cevap olarak söylememiştir. Bunu Ferguson'ın güzel bir şakası olarak, skoru bir kenara bırakıp Bursaspor kazanır tarafını ciddiye alıp gerçekleştirmeye çalışalım."

Sana da bu yakışırdı SAĞLAM. Yolunuz açık olsun...

Wednesday, October 13, 2010

Free Kick DERSen...

Dünkü İzlanda-Portekiz maçının açılış golü. Ne açılış ama!

Wednesday, October 6, 2010

UYGUNsuz!

2007-2008 sezonu bittiğinde artık tamam demiştik. Şehrimizin takımı ait olduğu yere geldi ve burda kalacak. Nitekim öyle de oldu. Kırmızı şimşekler 2008-2009 sezonunu 11., 2009-2010 sezonunu ise 7. bitirerek Süper Lig'deki yerini perçinlemişti artık. Hem taraftar kitlesi ve şehrin potansiyeliyle lige renk katmış, hem de büyük takımlardan dahi puan çalabilecek bir ekip haline gelmişlerdi. Öyle ki İstanbul'un 3 büyükleri Eskişehir deplasmanına gelmeye çekinir olmuşlardı.

Çocukluğumun Eskişehir'inde play-off zamanı gelip çattığında (nedense hep play-off oynamak durumda kalıyordu takım) sokaklar bomboş kesilir, herkes radyolarının (o zamanlar D-Smart da yok tabi) başına kurulurdu. Spikerin ses tonu ve şiddetine göre pozisyonlar hayallerde canlandırılır, her kaçan gol sonrası sokaklardan tıpkı bir koro ahengiyle duruma uygun nidalar yükselirdi. Yaşanan heyecanın nedeni ise gayet basit: Müzesinde 1 Türkiye Kupası bulunan, ligi 3 kez lig 2.si, 2 kez de lig 3.sü bitirmiş bir takımın taraftarları bulundukları yeri kendilerine yakıştıramıyorlardı.

Bu sezon ise, geride kalan 7 haftanın ardından, henüz galibiyetle tanışamayan kırmızı-siyahlılar ligin dibine (17.) demir atmış durumda. Bu nedenle de geçtiğimiz günlerde Rıza Çalımbay ile yollar ayrıldı. Hele bir Ümit Karan meselesi var ki hiç değinmek dahi istemiyorum. Neyse efenim, buraya kadar hadi anlamış olalım olan biteni. Sonuç itibariyle, Eskişehirsporlu yöneticilerin takımı bizden daha yakından takip ettiğinden şüphemiz yok. Bir anda Zico'nun ismi geçmeye başladı kulislerde, biz de sevindik hatta. Ya dedik, vizyon katar bu adam camiaya. Derken olan oldu ve Bülent Uygun'un görevinden istifa ettiği haberi patladı medyada. Ne olduysa da bundan sonra oldu zaten!

Yazımın son paragrafına başlamadan, biraz önce aldığım ve beni bu yazıyı döşenmeye mecbur eden haberden ötürü, bir Eskişehirli olarak, büyük utanç duyduğumu belirtmeden devam edemicem. İlk istifa haberini aldıktan sonraki şüphelerim Bülent Uygun'un Eskişehirspor'la anlaştığı haberi üzerine doğrulandı. Konunun Bucaspor'la ilgili olan kısmı ancak başka bir yazının konusu olabilir ve olmalıdır da. Fakat bu leke lig tarihine mürekkep usülü bulaşmıştır. Güzel şehrimin güzel insanları adına, üzerime vazife olmasa dahi, gerek Buca halkına, gerekse ülkemdeki tüm futbolseverlere karşı özrü bir borç biliyorum.

Bu noktadan itibaren başarıdan konuşmak ise laf-ı güzaf!

P.S. Federasyonu ise, bir daha böyle bir rezalet yaşanmaması adına, bu gibi durumlarda ödenecek tazminat tutarlarında ciddi bir artış getirmeye davet ediyorum. Ben FM'den olma kısıtlı bilgimle bu kadarını düşünebildim, lütfen ne gerekiyorsa yapılsın! Konuşturmayın daha fazla beni...

Edit#1: Takipçisi olacağımızı söylemiştik, sözümüzde duruyoruz. Etik Kurulu'nun yaptığı değerlendirme sonucunda Bülent Uygun
talimatlara aykırı biçimde menajerlik faaliyetinde bulunmasından dolayı tedbirli olarak Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu’na sevk edildi.

Kaynak: ntvspor.net

Edit#2: Bülent Uygun'un faaliyetlerini(!) takip edecek hıza sahip değilmişiz meğerse, dolayısıyla siz Geppetto babanın çocuklarından özür diliyoruz. Yukarıdaki link'teki haber Buca-Eskişehir dosyasından tamamen farklı imiş. Kendileri gerçekten de talimatlara aykırı menajerlik(!) yapmışlar. Buca'da sezon öncesi transfer bolluğunun nedeni şimdi anlaşıldı. Tiksindim yahu...

P.S. Konuyla ilgili Ercan Güven'in yazısını okumak isteyebilirsiniz.

Edit #3: Umarım bu son edit olur, çünkü bu konu gerçekten kabak tadı vermeye başladı. Efenim, soruşturma sonrasında
PFDK Bülent Uygun'a 8 maç resmi müsabakalardan men cezası verdi. Eskişehirspor yönetimi de kararı ağır bulduklarını ve hocalarının arkasında olduklarını beyan etti. Bi yandan da Bucaspor yönetimi Uygun'un lisansı iptal edilmeliydi diyor. Herkes bişi söylüyo sizin anlayacağınız. Kalbim sıkışır gibi oluyo vallahi, daha fazla yazamıcam kusura bakmayın. Buyrun linkler, kendiniz bakın: 1 2 3 4
5 (yasal uyarı: kalıcı sinir tahribatına neden olabilir)

Sunday, October 3, 2010

Gercekten kazanmak...

Kor fanatik olmadigim icin kaybedilen bir mac sonrasi cok sinirlenmem. Ama bugun Trabzonspor, o eski efsane kadrosu gibi kazanmazken, ben de dahil tarafli tarafsiz cok insanin destegini kaybetmis olmali. Bence bugun TS siradan bir lig macini kazanirken sporsevenlerin gonlunde cok seyi kaybetti.

Agir yagmur sonucu patates tarlasina donen bir sahada spikerlerin BJK'nin top tutamamasini elestirmesi, Guti'den harikalar yaratmasini beklemesi abest. TS sadece kapanirken bir hava topunda BJK savunmasinin zaafini iyi degerlendirip harika bir gol atti. Bir cogunu da kacirdi. Ama BJK sadece ilk yarida TS'nin kanat zaaflarini iyi kullanirken, ikinci yarida daha plansiz saldirdi. Ilk yarida basketbol macini andiran muthis mac, ikinci yarida, ozellikle TS golu bulduktan sonra, kapanan Anadolu takimina karsi suursuzca saldiran Turk buyugu macina dondu.

TS 4. buyuk oldugu iddia ederken, yerlerde yatmalar, kendini yere atmalar, mac bitmisken rakibe yumruk atmalar, TS'ye yakismadi. Bu olanlar futbol'un F'sini degil ama siyasetin S'sini cok iyi bilen Senol Gunel'in verdigi taktik hakkinda da aydinlatici oldu. Sahada top oynamaya niyetli sadece Coleman ve Selcuk, oynayabilen sadece Selcuk varken bu TS ancak boyle kapandigi maclarda sevinebilir. Kanimca yine ligi Bursa, BJK, ve FB'nin altinda bitireceklerdir.

Kuddusi Mutfuoglu icin Ersin Duzen'in mac esnasindaki tweetleri yeterlidir herhalde. "kuddusi müftüoglu'nun kariyerinde tartisilmayan bir maç var mi acaba?" ve bundan bir saat kadar sonra "maci izleyen fay hatti bile kuddusi müftüoglu'nun yönetimine tepkisiz kalmadi!!!" yazdi. E hakem boyle olunca, zemin yuzunden asagi yukari ayni topu oynayabilen iki takimin macini da yazi tura kadar rassal bir bicimde belirlemis oluyorsunuz. Olan kaybeden takimin futbolcu ve taraftarinin sinirlerine oluyor...

Wednesday, September 29, 2010

On yılda bir!


Bugün 19:30'da başlayacak Rubin Kazan-Barcelona karşılaşmasını bir Türk hakem yönetecek. Devler liginde en son bir Türk, bundan 10 yıl önce, şimdiki MHK Başkanı Oğuz sarvan düdük çalmıştı. (Kaynak: Vatan Gazetesi) Dolayısıyla bendeniz de bir futbolsever olarak, bu tarihi anı kaçırmamak adına ekran başında olacağım. Üstelik Atletico Madrid maçında sakatlanan Lionel Messi'nin de oynama ihtimali olduğunu şimdiden müjdeleyelim.


Bana sorarsanız, FIFA'nın şu anda elit hakem kategorisinden sonra en üst seviyesi olan 1. klasmanda yer alan hakemimiz, son yönettiği Fenerbahçe-Beşiktaş maçında kontrolü daha başlarda kaybetti ve felaket bir maç yönetti. Gelgelelim tam da bu aşamada benim değil, aynı maçta tribünde maçı takip eden UEFA hakem kurul üyesi Uilenberg'in görüşleri önem kazanıyor. Üstat tamam dediyse tamamdır! Bize de şu andan itibaren Cüneyt Çakır ve yardımcılıklarını yapacak olan Bahattin Duran, Tarık Ongun, Fırat Aydınus, Tolga Özkalfa ve Süleyman Abay'a başarılar dilemek düşer. Yolunuz açık olsun Türk fatihleri...

P.S. Yukarıdaki sahneyi bilen bilir. Zamanında Delgado'yu izlemek ve kaptan olarak görmekten büyük haz almış bir Beşiktaşlı olarak, 1 taşla 2 kuş vuriim dedim. Sanıyorum iyi de ettim.

Tuesday, September 28, 2010

Free Enes!



Enes'le ilgili daha once de defalarca yazmistik ama bilgisi olmayanlar, su macin ozetlerinden de gorebilirler ki, ABD Enes'i bekliyor!

Monday, September 20, 2010

Di mi Berbatov !!

Bilenler bilir, Premier Lig'de koyu Manu taraftarıyımdır. Nasıl Beşiktaş'ın her maçını izliyosam, o çocukların maçını da kaçırmamaya özen gösteririm. Cole'lü Yorke'lu kadrosundan bu yana hem de, öyle diim...

Bundan tam 2 sene önce, bu takımda 4 yıl boyunca top koşturmuş ve toplamda 42 gole imzasını atmış, PES'te Koreli çocukla beraber vazgeçilmezim olmuş Louis Saha'yı Everton'a yolcu ederken arkasından dahi bakamamıştım. Yüreğim el vermemişti. Çok sevmiştik onu da bundan öncekiler gibi...

Neyse ki Sir bizi yanıltmadı ve onu aratmayacak bir transfere noktayı koydu
bir sonraki ay: Evet yanılmadınız, Dimitar Berbatov'dan bahsediyorum. Haberini ilk aldığım anı dahi unutamıyorum, sezonun başlamasına kalan günler geçmek bilmemişti. Düşünsenize, bu adam 2006 yılında Tottenham takımıyla İnönü'ye geliyor, bir de böyle bir gol atıyor, maçtan sonra ise tribünlerde biz onu alkışlıyoruz o da bizi.

İzlemeyen bilemez. Size tavsiyem, Manu'nun maçını izleyecek olursanız bu çocuğu player cam'den izleyin. Oyunun içinde bu denli kalan, siz "yoruldu herhalde" derken bir anda patlayan, Nobre gibi sağa sola amaçsızca koşturmaktansa pozisyon takibini [FM oynayanlar için positioning ve anticipation'dan bahsediyorum ;) ] tek kelimeyle müthiş yapıp her an olması gerektiği yerde olan, kısaca oyunu zekasıyla oynayan Balkanlar'dan çıkmış belki de bu en iyi golcüye ancak şapka çıkartıyorum. Alçakgönüllülüğü ve fair-play anlayışı ile rakipleri tarafından dahi sevilen ve takdir gören bir şahıs olması ise onun ne kadar bütün bir futbolcu olduğundan ziyade, ne kadar bütün bir insan olduğunun habercisidir kanımca! Dün oynanan ve 3-2 Manu'nun üstünlüğüyle sona eren, hat-trick yaptığı karşılaşmadan sonra, 2. golüyle ilgili söylediklerine bir bakarmısınız lütfen!

Geçtiğimiz sezon İnönü'de izledim gerçi ama bu çocuğu ve Manu'yu bir kez de Old Trafford'da izleyemezsem gözlerim açık gidecek!..

P.S. Konumuzla ilgisi yok biliyorum ama dünkü maçın şapka çıkarılacak hareketi her şeye rağmen Stevie G.'den geldi bence. Sizi o görüntüyle başbaşa bırakmadan videoyu tam ekranda izlemenizi ve özellikle son kamera açısına dikkat kesilmenizi tavsiye ediyorum.

Edit: Gerard'ın 2. golünden bahsediyodum. Videonun link'i ölmüş, maç videosununkini ("3-2") yeniledim, ordan izleyebilirsiniz. İlgilenemedim, özür diliyorum.

Saturday, September 18, 2010

Verne ile Uykudan Once

Rafael (22) ve Andrew (46) ile salas bir bar kosesinde munasebetsiz haftanin yorgunluguna kadeh kaldirip duruyoruz. Tenha, dokuntu bar duvarindaki yillanmis LCD'de Assassin's Creed: Brotherhood'in hasmetli fragmani donuyor ve Andrew demleniyor: "Brian (yigeni) TV basindan kalkmiyor! Bu yasta hala oyun oynayan kaldi mi? Loser!". Rafael ile gozlerimiz ister istemez bulusuyor - "bizi tanidi, hemen kacalim" diyorum..

Ilerleyen saatler.. Ortak balkonumuzda muhabbeti derinlestirmeden geceye ne ile devam edecegimizi soruyor Rafael. Birkac dakika izin istiyorum. Dondugumde elimde Jose Cuervo sisesi kapi araligindan "hayat sana eksi limonlar sundugunda sadece tekila ve tuz iste" diyorum. Anlam veremiyor - o an yataklarimizda olmak daha mantikli gibime geliyor."Assassin's Creed" diyorum bi an fragmani hatirlayip, "Prince of Persia varisi! Hatirlar misin?". Cevap beklerken soruya tabi tutuluyorum: "peki sen Leisure Suit Larry'i hatirlar misin?" - farkediyorum ki yatmak icin gece daha cok genc. Gemideki celebrity cakmalarini bafilemekten, kaptani kaldirmak icin yarismalarda yapilan hilelerden, ince espirilerden bahsederken, oyun suresince bonus kazanmak icin toplamaya calistigimiz, geminin orasina burasina saklanan kirmizi-beyaz cizgili dildolar aklima geliyor. "yaa" diyorum, "o dildolar ne ayakti?"..

"Sosis, Larry 7'deki dildolar" diyor Rafael, "ama esas baska anlami var.." - pis bi tebessum takiniyor! Anliyorum ki bizim lugattaki zibik dildo. O an oyunun temasini soyle bi suzgecten geciriyorum - artik ikimizde de o pis, eli cukunde cocuk tebessumu var. "Tamam da vibratorden farki ne ki" diye soruyorum, "bi cumlede kullansana!". Latex/plastik gibi malzemelerden uretilen suni cukmus iste, vibrator gibi fonksiyonlari da (titresim, vs.) yok. "Sen esas John Holmes'i bilir misin?" diyor, "onunkinin kalibi alinarak yapilan dildolar patlama yapmis vakti zamaninda!". "Holmes?.. John Holmes...", elim ister istemez alnimda gezinirken dusunuyorum: "John Holmes'i ben nereden hatirliyorum?!?".

"Table-leg John!.. belki boyle taniyorsundur..". Gozlerim aydinlaniyor - departmandaki rutin muhabbetlerimizden birinde Sean bahsetmisti, aidsten olen porno yildizlariydi konumuz. Ingilizce konusmaktan yoruldugum, hakikaten adam hakkinda Sean'in cite ettikleri haricinde bilgi sahibi olmadigim ve dinleme modu on konumuna gecmek istedigim icin "hımmm, yok yaa, karistirdim heralde" diyorum, "anlatsana!".

"He was The King. John Holmes was to the adult film industry what Elvis was to rock 'n' roll." diye historik bi sozle basliyor hikayeye. "Porno kariyeri bi gun tuvaletteyken yan pisuvarda iseyen fotografci bi adamin cukunun buyuklugunu yan gozle gormesi ve John'u gazlamasiyla basliyor. 2500'e yakin porno filmde oynamis ve 14000 kadinla beraber olmus.". Siki bi John Holmes fanatigine denk geldigimi dusunerek urkmeye basliyorum - "Veridigin istatistikler bana hicbir sey ifade etmiyor, bunlar iddiali rakamlar mi?". "Peki o zaman, buna ne diyeceksin bakalim" diyor: "Cuku 15 inch (38 cm gibi) civari imis!! Surekli erekte oldugundan don giymiyormus.". Arastirmaciyim, bilgiyi sualsiz kabul etmem, vakit kaybetmeden kucagimda laptop arastiriyorum Rafa'nin rivayet ettiklerini. Ogreniyorum ki 1988 Mart'inda aidsten olmus, ama aids teshisi konulan 1986'dan klinige yatincaya kadar porno film cekimlerine kimseye hastaligindan citlatmadan devam etmis Holmes. Bu tarihi kisilik anisina 2003'te bir de Val Kilmer'in basrolunu oynadigi Wonderland filmi cekilmis.

Ardi ardina gelen esnemeler, cis molasi nedeniyle surekli kesilen muhabbet, sisenin dibinde kalan birkac tekila damlasi artik vaktin geldigini buyur ediyor: "yataklara!". Zihnimi gereksiz ayrintilarla doldurdugu ve 38 cm ile mesgul ettigi icin tesekkur ediyorum Rafael'e. Bu Amerikalilar'in porno konusundaki bilgisine ve merakina da anlam veremiyorum. Farkediyorum ki porno yoklukta sarilinilan bir dal degil, kisinin kendine yakisani giymesiymis. Basim yastikta gozlerimi kaparken icimi kemiren merak ettigim tek bisey var - "olm, Price of Persia cok kral oyundu; Holmes porno sektoru icin neyse bu da oyun sektoru icin oydu, ama oyunu bitirdigimi hic hatirlamiyorum.. Hic bitiremedim mi acaba?".

(To be continued)

Moon

Hala izleyemeyen kaldı mı? Bilimkurgu sevenlere sesleniyorum. Yoo pardon, aslına bakılırsa hepinize sesleniyorum! Şu an ne ile meşgulseniz bir kenara bırakın ve bir şekilde bu filmi tedarik edin ve izleyin. Gösterime girdiği geçen seneden bu yana ödülleri toplamaya devam eden film, tekrar tekrar izlenecek cinsten. Benim için öyle en azından :)

Bütün filmi tek başına (biraz sert! evet) götüren Sam Rockwell beni kendine hayran bıraktı. Henüz ikinci filmini çeken yönetmen Duncan Jones ise ne yalan söyleyeyim şaşırttı. Ayrı bir parantezi ise film müziklerini besteleyen Clint Mansell'e açmak lazım. Kendisini Pi, Requiem for a Dream ve The Fountain [yeri gelmişken bu da oldukça sert filmdir, edindikten sonra izlemek aylarımı almıştı :) ] gibi filmlerden hatırlayanlar olabilir. Hiç şüphem yok ki siz de benim gibi filmi izledikten sonra soundtrack albümünü edinmek için binbir takla atacaksınız.

Heyecanı bastırmak adına fragman önden iyi gider. Aperativo ;)

ESPN sagolsun...

Yilin mallari odulunu paylasan, tartismasiz muhtesem (!) iki sporcu... Ozellikle kaleci, Hayrettin ve Fevzi'ye tas cikaracak cinsten...



Youtube Time Machine

Internetin bize sunduğu hoşluklar bitmek tükenmek bilmiyo. Sizin de "bunu ben nasıl düşünemedim" diye sorduğunuz olmuyo mu kendinize? Veya sizin de orijinal web sitesi fikirleriniz yok mu? Elbette var. Ama bunu sizden önce kapmışlar üzgünüm :)

Enstantane şu: Siz bir yıl seçiyorsunuz, o da size o yıla ait ilgi çekici videolar sunuyor. Nasıl ama? Kulağa eğlenceli geliyor değil mi? Üstelik karşınıza gelecek videonun türlerini de seçebiliyosunuz. Daha ne olsun. Bir an önce girip bızıklayın derim.

P.S. Kottge.org'dan alıntıdır.

Thursday, September 16, 2010

Guilt Can Be a KILLER

Bu post diğerlerinden farklı! Kendi blog'um da dahil yazdığım hiçbir yazıya bu derece önem addetmemiştim. Abartıyorsun diyebilirsiniz; ama size en yakın arkadaşımdan bahsedicem, maruz görün lütfen.

Yayınlanmaya başlandığı 2006 yılından bu yana 23 ödülü cebine koyan, geride bıraktığımız Ağustos ayında da 2 Emmy ödülünü daha hanesine yazdıran, imdb'de aldığı 9.2 puanla ortalığı kasıp kavuran Dexter'dan bahsediyorum size. Başlangıçta 4 sezon olarak planlanmış olmasına rağmen, gösterilen ilgilden dolayı 2 sezon extension alan, baş aktörü Michael C. Hall'un geride bıraktığı kanser tedavisi sonrasında bomba gibi sahalara döneceğini ümit ettiğimiz dizinin web sitesindeki counter'da an itibariyle 10:02:00 yazmakta. Bu da 5. sezonun tam 10 gün 2 saat sonra start alacağının müjdecisi.

"Ben başlıktan bir şey anlamadım." diyenler için yeni sezonun fragmanını koyuyorum buraya. Fakat ilgilenenlere öncesinde, kalan 10 günde, geride bıraktığımız 4 sezonu izlemeleri tavsiye olunur! Unutmayın, Dexter için uykusuz kalmaya değer...


Tuesday, September 14, 2010

Bu işte bir yaLNışlık var

Bu takımı şampiyon yapmak istiyorum. Şampiyon yapmak içinde çalıştığım sezonlarda, bir sistemi, bir futbol felsefesini kültürünü o takımıma yerleştirip ondan sonra da gelecek seneler içinde yüksek hedefleri koyarak belli bir başarı çizgisini yakalamak istiyorum. (NTVSpor.net)

Bu talihsiz aciklama Manisaspor'un yeni teknik direktoru Hikmen Karaman'a ait. Manisaspor'u sampiyon yapmak istiyormus da (yani hadi heyecanina verelim) basin aciklamasinda esas dikkatimi ceken kisim "calistigim sezonLARda" sozu oldu. Malum.. Sadece 2005-2010 tarihleri arasinda Karaman sirasiyla Adanaspor, Kayserispor, Ankaragucu, Ankaraspor, Antalyaspor ve Ankaragucu'nu calistirdi, ve sadece Adanaspor'un basinda 2 yil gecirebildi. Gectigimiz sezon Ankaragucu'nden ayrilmasi icin de yonetim yapmadigini birakmadi. Ozetle Hikmek Karaman yaklasik 5 yildir calistirdigi hicbir takimin yaz hazirlik kampinda bile yer alamadi, oyuncu tercihlerini kendisi yapamadi. Sanki sampiyonluktan once dikkat etmesi, uzerine emek harcamasi gereken baska hedefleri olmali - hazirlik kampi yaptirabilmek gibi. Imza toreninde Karaman'in sozlesme suresi de aciklanmamis - bayaa sasirdim.

Manisaspor yoneticilerinin muthis vizyonu da gozlerimi kamastiriyor. Sen sezon oncesi somut/soyut hicbir basarisi olmayan Hakan Kutlu ile anlas, 4. haftanin sonunda yollarini ayir, sonra da zamaninda Ankaragucu'nun yaptigi gibi Hakan'in yerine Hikmet Karaman'i getir. Diyorum ya bu iste bir yalnışlık var..

Yarifinal macinda hakem hatasi...

Kerem Tunceri son hucumda cizgiye basiyor...


Bu açlığın kalması bir bakıma da iyidir.

Efenim, turnuvanın teri soğumadan benim de 1-2 kelam etmem gerekiyor. Zira kopil günlerimden bu yana sporla ilgili bilimum aktiviteyi yakinen takip etmiş ve naçizane 8 sene bir fiil basketbol oynamış bir sporsever olarak bu hakkı kendimde görüyorum.

Söze Tanjevic'ten başlamak isterim müsadenizle. Geçmişte ne yaptı yapamadıyı tartışmaktan ziyade, bu turnuvada kendisinde tespit ettiğim birtakım değişiklikler söz konusu. Bir kere malum hastalığından mı bilinmez ama kesinlikle durulmuş bir Tanjevic izledik bu turnuvada. Bunun da oyuncularımız üzerinde pozitif bir etkisi oldu kanımca. Şöyle ki, eskiden hiç oturmayan, yerinde duramayan, kenara aldığı her oyuncuyu fırçalarıyla oyuna küstüren Tanjevic gitmiş, yerine gözlüğünü takıp oturduğu yerden elindeki istatik vb. raporlarına bakan ve oyunu taktiksel açıdan kurgulayan bir Tanjevic gelmiş. Turnuva boyunca sıkça da teknik ekibine sorumluluk verdi ki, bence finale çıkmamızdaki en önemli etkenlerden biri de budur. Ne yazık ki bu söylediklerimi final maçı için geri almak durumundayım. Zira, kariyerinin sonuna gelmiş Tanjevic'in evinde milli takımlar düzeyinde bir altın madalya olmayışından ötürü bu maçta kendini tutamayıp içindeki canavarı bize ve oyunculara göstermiş olmasının maçtan çok erken kopmamıza neden olduğunu düşünüyorum. Ben bizzat Semih ve Sinan'ın daha 2. çeyrekte bırakın maçı, hayata nasıl küstüğünü gördüm. Kimbilir devre arasında, soyunma odasında neler yaşamdı!.. Tanjevic hakkında bu kadar konuştuğum yeter, kendisine bundan sonraki emeklilik(!) hayatında sağlıklı günler diliyorum.

Milli takımımızla ilgili de şunları söyleyeceğim: Turnuvadan önce kendi hedefimi 5. lik olarak koymuş, hatta gruptan 2. mi yoksa 3. mü (dikkat ederseniz 1. değil) çıkacağımızdan emin olamadığım için çeyrek final maçlarının oynandığı iki güne de bilet almıştım. Fakat gruplardaki performansımızdan sonra hedefimi madalyaya yükselttim. Son çeyreğinde kalbimin durma noktasına geldiği Sırbistan maçından sonra ise turnuva benim için bitti. Ne yalan söyleyeyim, hazırlık maçlarını dahi kaçırmayan bendeniz final maçını gayet isteksiz izledim. Belki kızacaksınız ama ABD'yi yenip şampiyon olmamızı istemedim desem yalan olmaz. Sırbistan'a yenilsek kahrolurdum, çünkü onları yenmemizin ve bir madalya almamızın zamanı gelmişti. ABD'yi yenmemizin zamanı ise henüz gelmedi. Ama gelecek. Onlara da yenile yenile yenmeyi öğrenicez. Final oynaya oynaya da şampiyon olmayı öğrenicez. En azından bunları konuşabilir hale geldik artık. Böylesi uzun vadede inanın daha sağlıklı olacaktır.

Uzattığımın farkındayım; fakat son bi paragrafı da bronz madalyayı boynuna geçiren Litvanya'ya ayırmam gerekiyor. Çeşitli sebeplerden ötürü, ABD maçına kadar namağlup gelen Litvanya'nın hiçbir maçını izleyememiş kahroluyordum ki, Arjantin'i devirdikleri o malum gece Sinan Erdem'de çıplak gözlerime bir basketbol ziyafeti yaşattılar! Bir takım, bu kadar mı disiplinli, bu kadar mı bütün bir basketbol oynar be kardeşim! Fundamental olayını da bizim birdirbir oynadığımız senelerde bitirmiş adamlar! :-p Açıkçası Sırbistan maçında yüreğimin ağzıma gelmesinin nedeni de, 3. lük maçında Litvanya'yla karşılaşıp madalyayı kaçırma korkusudur. Adamlar için jenerasyon fark etmiyo. Seyircisiyle, malzemecisiyle [ gördüm de konuşuyorum :-) ] tam bir basketbol ülkesi. Bundan sonraki uluslararası her turnuvanın da favorisi bana göre.

İşte o turnuvalarda tekrar görüşmek dileğiyle... Hoşçakalın.

Monday, September 13, 2010

Yetenek budur...

Detayli bilgi icin: http://www.eliahmusic.com/

Yorumsuz...

Nasil yani?

"Dün gece bu Amerika takımını yenemezdik. Çünkü, basketbolda sürpriz yoktur. Neden? Çünkü basketbol, futbol gibi değildir. Futbol ayakla oynanır, kalenin eni ve boyu belli iken, basketbol topunun geçtiği çemberin çapı zaten bellidir. Onun için de elle oynanan basketbolda, sürpriz kesinlikle yoktur. Ama ayakla oynanan futbolda, kesinlikle vardır."
Erman Toroglu - Hurriyet

Sunday, September 12, 2010

Durantula

Tanri askina Kevin, sadece egleniyorduk...




"Mufettis Gadget gibi kollari bir anda uzuyor" - Murat Murathanoglu

Hayır! Tayfur Havutçu benim!!

Sirbistan maci nedeniyle BJK-MKE Ankaragucu macinin ancak tekrarini izleyebildim. Quaresma'nin milli takimdan sakat donmesi ve Dolmabahce'de oynamayacak olmasi nedeniyle az biraz tedirgindim mac oncesi - yanilmisim. Farkettim ki (i) BJK taraftari Quaresma'nin sahada olmadigi degil, Nihat Kahveci'nin sahada oldugu maclarda tedirgin olmali, (ii) Nihat'in kotu oyununa artik alismak zorundayiz. Eski fiziksel gucunu/patlama ozelligini kaybetmis Nihat ve teknik kapasitesi, pozisyon bilgisi maalesef bu eksikligini gidermek icin yeterli degil. Ozellikle ilk yaridaki rakip ceza sahasi civarinda Guti ile kisa paslasmalarinda sut sertligindeki kisa paslari, kendisine atilan kisa paslari ise bir turlu kontrol edemeyisi, kullandigi duran toplardaki ekstra basarisizligi (gectigimiz hafta Tabata duran toptan 2 gol attirdi) dikkatini cekmistir. "Turkiye'nin en kariyerli futbolcusu" etiketi belki de dogrudur, ama Besiktas'taki 2. donemi form dusukluguyle veya sakatlikla bagdaslastirilmamali. Demek istedigim su: Nihat kramponlarini baglamaya, coraplarini surekli duzeltmeye, saclarinin yanlarini yapistirip tepesini kaldirmaya devam etsin, ama mumkunse yedek kulubesinde..

Bu sene Besiktas'i onceki donemlerden farklilastiran temel unsur orta sahasindaki 3 ismin hem hucum hem de savunmayi ayakta tutabiliyor olmasi. Aurelio'nun kadroya dahil olmasi da bu anlamda basarili bir transfer politikasidir. Besiktas'in temel problemi geride biraktigi genis alanlar ve ofsayt taktigi neticesinde verdigi pozisyonlar gibi gozukuyor. Ankaragucu macinda da pek cok pozisyon verdik, ama Schuster'in topu rakip sahaya hapsetmeye calistigi taktik anlayisinda bunun kacinilmaz oldugunu da artik kabul etmek gerekiyor. Her ne kadar savunmadaki Ferrari'nin bu taktige uygunlugu tartisilsa da esas problem topu kaptirdiktan sonra hucum/orta saha oyuncularinin topa yeterli presi yapamayarak rakip takimin oyun kurmasina izin vermesi. Bu zamanla asilacak bi problem; en guzel ornek de UEFA Kupasi'ni kazanan Galatasaray takimi. Bu surecte Besiktas pek cok gol pozisyonu verebilir, tarihi yenilgiler de alabilir, ama sahsen bu maglubiyetleri Mustafa Denizli'nin defansif oyunundaki rastgele galibiyetlere tercih ederim. Ha bir de Bobo Besiktas takiminin ve Turkiye Ligi'nin mevcut/gercek tek santraforudur, nokta!

Son olarak, Schuster'in Tayfur Havutcu'ya yedek kulubesinde yer vermedigini ve Tayfur'un maclari tribunden takip ettigini biliyoruz. Biliyoruz da bu macta kameralara butun koltuklarinda 'Tayfur Havutcu' yazan bir bolum yansidi, pek acayipti. Bu ne olum??

Saturday, September 11, 2010

Tebrikler Tanjevic

Oncelikle Dunya 2.ligimiz hayirli olsun. Futbolda GS UEFA almadan once, Efes muadili Korac kupasini kaldirmisti. Futbolda dunya 3.su olmadan once, basketbolda Avrupa 2.si olmustuk. Ve bugun nihayet Dunya 2.ligiyle basketbolun bu ulkede hic bir zaman hakettigi yerde olmadigini bir kez daha haykirdik. Emegi gecen herkesi can-i gonulden tebrik ediyorum.

Sahada 3 saniye ve hucum faullerde ne oldugunu anlamayip yanindakine soranlar, yarinki mac icin de hic mi umut yok diye dusunebilirler. Ne de olsa biz Brezilya'ya karsi futbol takimimiza bile daha cok sans verebilen bir basina sahibiz. Desteklemek ile ihtimal vermek baska seyler. Yarin da avuclarim patalayan kadar alkislayacagim, sesim kisilana kadar bagiracagim ama maalesef sansimiz yok denecek kadar az. Bugunku Litvanya-ABD macinda ESPN spikerinin dedigi gibi, "bu hakemler acaba 7'4" wingspani (kollarini acinca olan uzunluk, kulac mi denir?) olan oyuncunun macini yonetmis mi?" Burada bahsedilen Durant ama kadrodaki atletik oyuncular saymakla bitmiyor. Nasil biz cok uzun ve kalipli bir takimiz, ABD de cok atletik. Ben Lubnan'in bile nasil ABD'yi iceriden zorladigini da izledigimden bu macta Omer Asik, Semih Erden, Kerem Gonlum iyi oynar diyorum. Gelgelelim ben Ender'in bu gece uyuyabilecegini sanmiyorum. Bu macta Ender ve Omer Onan gibi dribblingi zayif oyuncularimiz 0 (yaziyla sifir) dakika almali ki top kayiplarimizi en aza indirelim. Zaten pas arasi falan cok olur da artik gardin da elinden topu vermeyelim, ayiptir :)



Bugunku maca donecek olursak, macin ilk yildizi; kanser tanisina ragmen, doktorlarca strese girmemesi tembihlenmesine ragmen, lafta degil, gercekten "atin olumu arpadan olsun" diyebilen Bogdan Tanjevic. Iyi bir kocsuz Ivkovic'i yenmenin olanaksiz oldugu bir kez daha goruldu. Ve islerin iyi gitmedigi bir takimda rotasyonun oneminin arttigi da. Son hucumda kenara gecerek ellerini baglayip, tek kelime etmeden Orhun'un seti cizmesine izin vermesi ise tuylerimi diken diken etti.

Mac icindeki yildizimiz Kerem Tunceri'ydi. Zaten saglam oyuncuydu ama ofansif yonunu o kadar gelistirdi ki, bravo diyorum. Ilk ceyrekteki orta mesafeli panyali atisinda "neyse ki artik potaya korkarak bakmiyor" diye icimden gecirisimin, son periyodu kapatan 7 sayisiyla (ve muhtesem bir asist) tasdiklenmesi mukemmel oldu.

Hidayet icin en iyi yorum esimden geldi. Izleyenlerin bile ellerinin titredigi son dakikalarda; esimin "dusun yani guvendigimiz de bu gerizekali" demesi, ustune bunu tasdikleyen Hido'nun Krstic'in ustunden anlamsiz bir 3luk zorlamasi, bende bir an mac gidiyor hissi yaratsa da neyse ki sahneye Kerem cikti.

Mactaki her pozisyon kirilma noktasi gibiydi. Farki 2 kez eritmemize ragmen savunma direncimizi dusurmemiz bize yakismadi. Burada basketbolu bilmeyen seyirciye de bir parantez acmak isterim. Basketbolda sesin en yuksek oldugu an takiminizin savunma yaptigi andir. Futbol'da ise gol sonrasi. Bizim ozellikle bu macimizda en cok gurultu maalesef basketlerimizden sonra oldu - ki tamamen fuzuli ve uzucu. Top rakipteyken daha cok bagirmayi, bizimkiler serbest atis atacakken "HADI OMEEEER!" diye bagirmamayi ogrenmemiz "SART"!

Mac boyu 2 sey aklimdaydi: 1. cok iyi bir takimiz, 2. sirplar dunyanin en iyi ekolu. Bir takim icin isler hic iyi gitmeyecek, hic one gecememis olacak, cok guvendigi savunmasi bombos cut'lar yiyecek, genc yildizi 10 saniyede faul problemine girecek kadar kendini kaybedecek, cok guvendigi sutlari girmeyecek, ote yandan rakip cok yuzdeli atacak, rakibin en korktugu silahi yildizlasacak, yaninda bir tane de bonus yildiz cikacak (11 numaralari ne top oynadi arkadas), ve 3. ceyrek sonunda skor 63-60 olacak. Iste bu yuzden cok iyi takimiz. Peki Sirp'larin neden en iyi ekol oldugunu anlatmaya gerek var mi? Yas ortalamalari 23 demek yeterli olacaktir sanirim. Buna ragmen apoletleri bizden fazla, mesela bizde Euroleague en degerli oyuncusu yok.

Sinem Kobal'in en on sirada ne vasifla oturdugunu anlamasam da (kimse biletli oldugunu iddia etmesin o siranin), yaninda kikirdestigi iki de arkadasini gorunce kan beynime sicrasa da, mac bizim icin hatalarla dolu yarin icin hic umit vermese de, dunya 2.siyiz. O halde hep beraber; "ciiiktik acik alinla...."

Thursday, September 9, 2010

the Late Thierry Henry

Thierry Henry'nin Heaven's Gate'te gunah cikarmasiyla ilgili muzip bir video.. Eva Longoria ile ilgili de edecegi 1-2 kelam vardir heralde..

Vuvuzela Hero

Sabirsizlikla beklediginiz oyun Vuvuzela Hero piyasada! Artik herhangi bir gruba bagli kalmadan canli performansinizi sergileyebilirsiniz. Oyun hud kisminda bulunan Vuvuzela sapi uzerinde beliren cesitli noktalara (senkronize olacak diye kasmadan) surekli basmaktan ibaret. El, goz ve ritim koordinasyonu gerektirmiyor. Easy, medium, hard ve expert olarak 4 zorluk seviyesi de yok - sadece basili tutuyorsunuz. Dunya Kupasi tarihinin en rahatsiz edici muzik entrumani artik sadece birkac dolar uzaginizda. Ihtiyac sahiplerine duyurulur.

Monday, September 6, 2010

Hoşbulduk

Tarihler 2 Temmuz 2009'u gösterdiğinde yepyeni bi soluk getirdi hayatımıza. O zamanlar her önüne gelenin bir blog'u olmadığı zamanlardı. Google Reader dahi kullanmıyoduk çoğumuz. Kısa zamanda çok sevildi, çok beğenildi. Bir anda, birinci derece akraba ve arkadaşlardan, yazarlarını hiç tanımayan kullanıcıların da bağımlılığı oldu çıktı. Sonra ne olduysa bir duraklama dönemine girdi. Yayımlanan post'ların sıklığı gittikçe azaldı, nerdeyse durma noktasına geldi. Ama ne oldu biliyo musunuz? Bunların hepsi geride kaldı!

Yenilenen tasarımı ve yazar kadrosuyla aramıza geri döndü Mister Geppetto! Ne mutlu bana ki, lütfettiler, bu yeni dönemde beni de aralarında görmek istediler. Kendi blog'uma zor zaman ayırıyorum, ya boşlarsam, üzülürüm sonra dedim. İster her gün yaz, ister hiç yazma, sen aramızda ol yeter dediler. E bize de geriye bu yazıyı yazmak kaldı sadece. Umarım güveninizi boşa çıkarmam çocuklar.

Tekrardan hoşbulduk!..

Friday, August 27, 2010

Eylül'de gel...

Maçı canlı izlemedim. Bu aralar yoğunum zaten yazı da yazamıyorum, ama ekşi de döşenmişken buraya da bir kısmını alayım dedim. Kısa bir durum özetidir, maçın anlatılacak yanı yok; zaten canlı da izlememişim neyi anlatıcam :)

Galatasaray mali sıkıntı içinde olduğu ayan beyan ortada olan takımdır, takımımdır.. Geçen senenin flaş transferlerini bir yerde petrol bulduğu için değil bu seneye yatırım olarak yapmıştır. Hedef şampiyonlar liginden gelecek para ile ve bu sene açılacak olan Türk Telekom Arena'da daha çok kombine satıp bir miktar rahatlamaktı..

Ama olmadı geçen sene Rijkaard elindeki kadroyla şampiyon olamadı.. Bursa harikalar yarattı.. Evdeki hesap çarşıya uymadı..

Sonra ne oldu eldeki yabancılar lüks oldu.. Para kazandıracak adamlar satıldı.. Mehmet Topal, Keita.. Elano'yu da canla başla göndermeye çalışmalarının nedeni budur.. Yerlerine görece daha ekonomik (yıllık ücreti daha az, bonservisi olmayan v.s.) adamlar alındı (çürük olacakları hesaba katılmamıştı ne yazık ki - sağlık ekibine selam ederim). Haldun belki de elinden "özgürce" para harcama yetkisi alındığı ve flaş transferler yapamayıp taraftarın gözündeki "kral yönetici" statüsü sallanacağını önceden gördüğü için ayrıldı..

Bir türlü bitmeyen yabancı transferinin nedeni de yönetimin kendini garantiye alma çabasıdır. UEFA'da gruplara kalınsın sonra yaparız transferi düşüncesidir..

Ama Rijkaard elindeki kadro ile bunu başaramadı.. Burada elindeki kadronun yetersizliği ve kendisinin teknik direktörlük konusundaki yeterliliğine girmeyeceğim.. Geçen sene görece kaliteli adamlarla şampiyon olamadı, bu sene kalitesiz adamlarla UEFA'da gruplara kalamadı..

Şu anda Galatasaray yönetimindeki her adam eminim ne yapacağını kara kara düşünüyordur.. Bir sürü borç.. Bunun yanında sportif başarı da yok.. Bitirilmeye çalışılan bir stat.. Ama sportif başarıyı bırakın başarıya dair umut da yokken kombineden gelecek paraya bel bağlanamayacağı aşikar..

Hepsi toptan istifa etse problem çözülecek mi? Gelecek adam çok zengin ve klubün borçlarını karşılayabilecekse (bir oligark falan bulsan) belki.. Mali duruma bakıp da taşın altına elini sokacak adam bulabilecek misin?

Şu anda malesef Rijkaard'a verilen maaş da dün geceden sonra "lüks" olmuştur. Kendisinin tazminatını bilemiyorum ama onu dün gece göndermediklerine göre sanırım göndermeyi göze alamayacakları kadar yüksek olmalı..

Bundan sonra olacak olan nedir? Sanırım sene sonuna kadar böyle gider.. Teklif gelirse Arda'yı satarlar.. Elano'yu satabilirlerse satarlar.. Sakatlar iyileşirse belki Avrupa kupalarına katılabilecek bir sonuçla bitirebiliriz ligi.. Ama bu sene kesin kayıp..O ortada..

Olması gerekene bakarsak: bence gençlerle, içinde biraz oynama hırsı olan "yaşlı"ları harmanlayıp bir takım kurmalı artık Rijkaard. Ama futbolcuları oynamaya alışkın olduğu mevkii dışında oynatıp moralini bozmasın, taraftara malzeme yapmasın.. Hakan Balta sol bek oynayamıyor (kendisi stoper oynarken alkışlanıyordu) dolayısıyla ısrar etmesin. Çizgiye hızlıca inip orta yapmasını beklemesin.. Aynı şekilde Ali Turan'da (belli ki Rijkaard'ın verdiği görevi uygulayabilecek) bir sağ bek değil.. Elinde bek yoksa devşirme bek yaratmasın (Arda Turan Manisaspor'da sağ bek oynuyordu dikkat!).. Altyapıdan getirsin oynatsın daha çok verim alır.. Bir de Barış Özbek'den futbolcu olmuyor.. Bunu görsün..

Bir de şunu görsün eğer kendini devirmeyi kafaya koymuş adamlara karşı oyunu kuralına göre oynamazsa sezon zonunu göremez.. Türk tarihinden feyz alsın.. Talat Aydemir'i okusun, neşteri vursun.. Yapılacak en akıllı iş gün itibariyle Arda Turan'ı kaptanlıktan almaktır. Hem kendini hem Arda'nın futbol geleceğini bu şekilde belki kurtarabilir..

Wednesday, August 4, 2010

Ter Kokmayan Turk Filmi

Az once Romantik Komedi adli Turk filmini izledim. Yillardir "neden biz boyle film yapamiyoruz" dedigim o filmlerden nihayet yapmisiz. Nihayet! Hani yagmurlu bir Seattle sabahinda baslayan o filmler var ya... Ya da Chicago'da hani o kanal var ya (bkz. her boku gordugunu ima etmeye merakli okuz Turk psikolojisi) oradan yukselir kamera, akce pakce insanlarin tertemiz calistigi kubik ofise girer ve biz "has.kt.r, ne guzel yer bu Amerika" deriz. Iste oyle bir film yapmisiz nihayet.

Ha belki hayatinizi degistirmeyecek ama yere goge koyamadigimiz "You've got mail" da hayatimizi degistirmedi ki. Bu filmden Shawshank ya da The Prestige beklersen sonrasinda da gidip imdb'ye ortalama 5.8 mi ne basarsin. Ama film bence izlemeye kesinlikle deger. Baslikta da bahsettigim gibi film ter degil parfum kokuyor. Filmin ana rengi pembe. Kizlar sahane; Sedef Avci, Sinem Kobal, Burcu Kara, Burcu Esmersoy, efendime soyliyim Janset. Vallahi yanlis anlamayin ama adamlar da sahane; Engin Altan. Evet Engin Altan oyle bir portre ciziyor ki tek basina yeter. Issiz Adam da var ama yamuk kaliyor, ustelik de basrolde. Bir de Gurgen var Okan Bayulgen'in adami. Ben bu adamin nesinin komik oldugunu bu filmde anladim. Hele film sonunda kesilen sahnelerde bir igrencligi var ki, izlerken viskimi ustume doktum (bkz. icmeye merakli, bundan milleti haberdar etmeye daha merakli insanlar).

Simdi hikaye tamam, senaryo cesur, basi belli sonu belli. Ama kardesim, bu film neden hic konusulmaz ben anlamiyorum. Gavur saci guzel diye Mag Ryan'i yere goge koyamazken biz neden bu kizlari sisiremiyoruz? Abuk subuk filmlere pay vermekten olsa gerek. Simdi hedefim cok methettikleri "Eyvah Eyvah"i izlemek ama onda da bir alaturkalik bekliyorum maalesef. Ben boyle batili filmler istiyorum. Ve reklamlari daha iyi yapilsin, gencler bunlari izlemeye gitsin istiyorum... Ya cok mu sey istiyorum? :)

Bir paragraf da Sedef Avci'ya. Bir insan bir dizide (Halil ve Menekse) bu kadar siradan, bir dizide bu kadar kotu (Ezel), bir filmde bu kadar dogal (e bu bahsettigim film) nasil oynar? Hala tam cozemedim nasil oyuncu oldugunu....

Izlemek isteyenler http://www.dizihd.com/romantik-komedi-filmi-izle-full-hd# adresinden gayet guzel izeleyebilir.

Edit: E Begum Kutuk'u unutmusum yani dusunun...

Tuesday, May 18, 2010

En pis kim GOT oldu?

Hala Fenerbahce'nin yanlislikla sevinmesiyle eglenmek, yerlerde timsah yapmasiyla alay etmek acizlik degil mi? Hangi taraftar olsa aynisini yapmaz miydi? Peki ya 10 sene once alinan kupayla, sizde bu da yok, diye gururlanmak acizlik degil mi? Madem o kupadan kimsede olmadigi icin tek buyuk sensin, Fenerli'yle bu kadar dalga gecmek neden? Ali Sami Yen'de ayni durum olsa ne degisecekti? Ertesi gunku gundem Besiktas'in Bursa'ya yattigini ima eden aciklamalar olacakti.

Bunca yildir bu ligi izlerim. Cogunluk gibi sadece takimimi degil, herkesi izlerim. Gozlemim sudur; Fener'in kabahati yenilmeyi bilmek. Bu ulkede gururlu ve dik duracaksin. Burnunu dusursen egilip almayacaksin. Basarisiz da olsan, adin skandala da karissa, koltuguna yapisacaksin. Boynunu bukup gitmeyeceksin.

Aziz Yildirim cikip kimseyi suclamiyor, soyunma odasina girip takimi azarliyor. Bunu kac yonetici yapabiliyor? Ustelik suclanacak onca sey varken; BJK, TS, hakemler. Iste gurur duyulacak sey budur. Kucuk bir mac degil ustelik, koca lig kaybediliyor ve adam susuyor. Herkes gunu kurtarma cabasinda ama Fenerbahce yuzyilini kurtariyor. Bu zihniyetle 30 yil da hasret olsa kupalara, gunu geldiginde cikip 30 tane arka arkaya alacaksin.

Mali yapi, stad bir tarafa, takim formalari icin bile Umbro'ya, Adidas'a para koklatmiyor. Sadece futbol degil, basketbol'da da akilli hamleler yapiyorlar. Fenerbahce Cumhuriyeti de, ne kadar antipatik de gelse, bu pazarlama stratejisinin bir parcasi. Ben bugun bir Besiktas'li olarak, daha once hic duymadigim kadar kiskanclik duyuyorum. Gercekten gipta ediyorum Fenerbahce'ye. Digerleri bugunlerde cok egleniyor gibi gozukseler de, seneye (YINE) borc bataginda nasil idare edeceklerini dusunuyorlar.

Benim takimimdan tek istedigim "yagmurlu bir gunde gordugum cubuklu formali" adamlar olmalari. Her kademede adam gibi olmalari. Gurur duyulacak ikincilikler yasatmalari. Ama balik "bastan" kokali yillar oluyor, o yuzden TUPCU gidene kadar o konuda yorum yapmiyorum...

Donuyorum yine bu seneye... En iyi kaybeden; (sahada timsah yuruyusu yapan soytarilara ragmen) Fenerbahce, en kotu kaybeden (tam 10 puan fark yedigi ezeli rakibiyle dalga gecen) Galatasaray. En iyi kaybeden kategorisinde onur odulu, yuzyilin kaybedeni, Ertugrul Saglam'i begenmeyip gonderen buyuk TUPCU! Acaba bugun onun rezilligini konusmayalim, Fener maymun olsun onu konusalim diye o anonsu Tupcu mu yaptirdi?

Yilin kapagi Ertugrul Saglam'dan geldi. Neler yapabildigini herkese gosterdi.. Bu Bursaspor kadrosu 10 sene evvel firtinalar estiren Gencler'den kotu, 3 sene onceki Sivas'tan epey kotu - izliyoruz da konusuyoruz. Ama farki yaratan, Turbulent sacmaliklari yerine futbolu bilen, Con Benjamin To$ak'in bile futbolu bildigi icin bek oynayabilir dedigi, adam gibi adam Ertugrul Saglam.

Gozden kacan bir diger yildiz; Makukula. Basarili kariyerini, Super Lig gol kralliginda attigi farkla taclandirdi. Kimse bu lig soyle kotu boyle kotu demesin, 21 gol atti adam.

Bir dahaki yazimizda dunyanin en basarili spor figurunu, Guiza'nin menajerini konusacagiz...