Monday, January 31, 2011

1/2 => !(17/17)

Evet uzunca bir aradan sonra doktora tezini halledip bloğa döndüm. Kafayı biraz toparladıktan sonra aktif olarak katkıda bulunmaya çalışacağım bundan sonra.

Normalde Galatasaray-Bursa maçı ile ilgili bir iki bir şey yazmak gerekir ama Galatasaray ile ilgili herhangi bir yenilgi artık haber değeri taşıma özelliğini yitirdiği için bu hafta onu es geçeyim dedim.

Beşiktaş yaptığı flaş transferlerle seyir zevki açısından fazlasını vaadediyor. Gerçi maçı izleyemedim ama izlediğim özetlerde gördüğüm kadarıyla İBB forvetleri biraz becerikli olsa durum biraz daha vahim olabilirmiş.

Bu arada İlker Yasin'İn maç sonu yazısından bir kaç satırı almak isterim:

"17’de 17 yapmak için önce 2’de 2 yapmak şart. Yıldızları biraraya toplayarak manşetlerde çok iş yaparsınız. Ama bu yıldızlardan bir takım yaratamazsanız, puan cetvelinin zirvesini sarsmak bir yana liderin 12 puan gerisine düşersiniz."

İlker sanırım transferlerden sonra ilk mağlubiyette böyle bir yazı yazmayı kafaya koymuş.. Klişeleri kenara bırakırsak şurası çok komik:

"Guti, Almeida, Quaresma, Simao fizik güçleri, dayanıklılıkları iyi olmayan, yaşı kemale ermiş oyuncular..." Sanırım Almeida ve Quaresma Guti kontenjanından cümleye dahil olmuşlar. Bildiğim kadarıyla Q7 1983'lü, Almeida ise 1984'lü..

Yalnız söylediği bir şeye katılmamak mümkün değil: "Beşiktaş orta sahasında Ernst mutlaka olmalı."

Bir de bir Necip vardı.. Yazık olmasın..

Saturday, January 29, 2011

Not Defterim


  • Facebook mudavimi sayilmasam da son zamanlarda Facebook'ta aktif olmaya calisiyorum. Araya okyanus girdiginde arkadaslarinizla sohbetinizi devam ettirebilmek icin kac tane alternatifiniz var ki? Birkac haftadir dikkatimi ceken, icten ice rahatsiz eden bir ayrinti var: kendisinden 3. tekil sahis olarak bahseden insanlar. Demek istedigim Gulse Birsel'in Burhan Altintop karakteri gibi insanlar: "Bi Burhan Altintop kolay yetismiyiii". Insanin kendisinden biraz da olsa uzaklasip, kendisini baska bir platforma tasiyip, cevresindeki insanlardan duymak istediklerini kendisinin dile getirmesi hali gibi. Belki bir sizofren gibi. Ya da kendi degersizliginin icten ice bilincinde olan biri gibi. Sanki biraz da egomanyaklik gibi. Bu insanlar aynadaki akislerine uzun uzun bakip, kendilerine methiyeler duzup, bir sure sonra aynadaki akislerini yalamaya basliyor mudur sence? Neden olmasin? Bi Burhan Altintop kolay yetismiyiii.

  • Departman-ev guzargahindaki yegane ulasim aracim otobus. Sabahin 7'sinde, uykusuzluktan sarhos kafayla oturacagim koltugu zar zor secerken ilk alternatifim tabii ki doktordan az kullanilmis bayan yani oluyor. Baslarda bulundugum mekandan soyutlanma kafasiyla dikkat etmemistim, ama son 2-3 haftadir ciddi bir problem kesfettim: sabahin o saatinde otobusteki butun kizlarin saci fonlu, hepsi makyajli ve soguk havalarin da etkisiyle flip-floplarin yerini topuklu ayakkabilar almis. "Kacta kalkiyorsunuz, hangi ara butun bu fon-makyaj isini hallediyorsunuz" demeye kalmadan uykuya dalmisim.

  • Dun eve donerken kafami otobusun camina dayamis hayallerdeydim. Onumde oturan kizin titredigini farkettim. Baslarda tiriyaki heralde dedim, zor olsa gerek. Az biraz odaklaninca kizin titremedigini, sadece tirnaklarini yedigini anladim. Vakit kaybetmeden telefonumla fotografini cektim o gordugum sahnenin. Burada paylasmayacagim, cunku o goruntu mide bulandirici kadar tiksincti. Saclari fonlu, tirnaklari ojeli, maksimum bakimli bir kizin tirnak etlerinin yarisinin acikta olmasi, belli araliklarla tirnaklarina kan oturmus olmasi cok adaletsiz. Tirnak yemenin bir de serotonin miktarini arttirdigi iddia ediliyor. Brownie, sufle, cikolata, sooyle guzel bir Cold Stone dondurmasi gibi (bknz. Buket). Hayat ne kadar acayip degil mi?

  • BJK'nin Manisaspor ve Trabzonspor maclarini buyuk bir keyifle izledim. Artik keyif almak icin binbir ugras verdigimiz Turkcell Super Fantastik Ligi maclarinda sikistigimizda sarilabilecegimiz bir can simidimiz var. Ersan'in sezonu kapatmis olmasi, takimdaki yerli stoper sikintisi, misal Simao sakatlandiginda (veya kart cezalisi oldugunda) yerine oynatacak adamimizin olmamasi can sikici ayrintilar. Benim esas canimi sikan ise 17'de 17 muhabbeti. Schuster'e, onun oyun felsefesine, BJK'nin son maclardaki performansina laf etmeye cekinenler simdi de BJK 17'de 17 yapar/yapamazin pesine dustuler. Bu iddiayi spor yazarlari ortaya atti, ama ruzgari oyle bir manevrayla dondurduler ki BJK'li futbolcularin iddiasi oldu bu 17'de 17. Ve kendilerini, hic degilse iste cocugunun rizkini maclara yatiran taraftar tipini buna inandirdilar. Artik bir rahat birakin arkadas, uzat ayaklarini BJK'nin oynadigi futbolun keyfini cikar. Merak etme, mukemmel yonetici kadrosuyla Besiktas sana yeterli malzemeyi verir zamani gelince.

  • Yoksa sen hala "Adonis kasi" ile, kendisinin kadinlari paralize etme etkisiyle tanismadin mi? Nutella dokup yalamak isteyen bile var. Fazla soze hacet yok.

Friday, January 28, 2011

Hadi Baba Gene Yap


Research için hastaneye gidiyorum. Hava yağmurlu. Arabamda müzik eşliğinde giderken babam düşüyor aklıma. Onca yıldan sonra hala arabasıyla işe giden babam. Ona benzediğim için mutlu oluyorum.

Babamın nasıl bir çalişmak öğrettiğini düşünüyorum, (anamın kanımca sivri zekasına girmiyorum, konu babam). Hiç şikayet etmeden, it gibi çalışmaktan başka bir şey bilmediğimi. Ama hepsinin bir hırs değil, akşam maç izlerken patates kızartması ile buz gibi bira uğruna olduğunu...

Sonra arabamı hastaneden kampüse sürerken, babamın da 8 saat ileride aynı anda, işe sürdüğünü düşünüyorum. Kimseye muhtaç olmadan. Borç-harç, ama katakullisiz, bahşişsiz, mirassız, babaparasız... Ve hep dolu kafayla...

Sonra eskiye gidiyorum; "Kabataş iskelesinden vapura binerdik" diye anlatırken (ki pek anlatmaz eskileri - bizde kendini anlatmak gereksizdir) içimden "ulan İstanbul çocuğu, cennet gibi hayat yaşamis, sonra sokmuş beni bu taşra memleketine" diye düşündüğümü hatırlıyorum... Ailede tek taşralı kaldığımdan olsa gerek, "büyük şehirde ilk gecemiz"i bir rituele dönüştürmemle alay edilmesini...

Ancak "büyük şehirde ilk gecemiz"den sonra (yine azıcık, yine zorla) anlattıklarını düsünüyorum, taşraya neden gittiğini... Gözleri dolarak "iş yapmalı, para kazanmalıydım, taşraya giderken bir tek valizimden başka bir şeyim yoktu cocuğum" deyişi, sonra o zararsız (yer yer komik) siniriyle "İstanbul'da kalıp eşe dosta iş yapıp, aç mı kalsaydım?" deyişi geçiyor gözümün önünden. Ekmeğin neredeyse evin orada felsefesi...

Şimdilerde 8 saat önde sürüyor olsa da arabasını, bir valizle taşra yolu tutması benden hemen hemen 30 sene önde diye düsünürken yağmur hızlanıyor. Kendimin de bir valizle dunyanın öbür ucuna geldiğini hatırlıyorum. Aynı babam gibi! Gururlanıyorum. Yağmurun da verdiği hazla gözlerim doluyor...

"Ameriga'ya nasıl para yolluyorsun" diye soranları anlattı geçen tatilde buluştuğumuzda, tebessüm ettik. İlk duyduğunda içinden meşhur "hasbinallah"ını çekmiştir diye düşündüm. Bir süre yorum yapmadık. Duramadı, "Oğlum işte insanlar..." diye yukseldi o komik siniriyle, kaldı bir süre, "yani biliyorsun işte!" ile noktasını koydu, yine tebessüm ettik. "Ne okuyordu senin oğlan" benim daha çok hoşuma gitti, "demek hala genç gösteriyorum" dedim. Güldük, kadehleri tokuşturduk...

Sunday, January 23, 2011

Barcelona Günlükleri - Racing Santander

Öncelikle Betis maçını kaçırdığımı ve tekrarını da bulamadığımı, dolayısıyla da günlüğümün bir sayfasının eksik kalacağını üzüntüyle bildiriyorum. Ne yalan söyleyeyim, Racing maçını da sonradan izleyebildim. Hayat her zaman planladığınız gibi gelişmeyebiliyo. Artık bu gibi durumlarda hoşgörünüze sığınıcaz.
  • İlk olarak, Malaga yazımızda çok önemli bi noktayı es geçmişiz, onun bi altını çizelim: Biliyosunuz bu sıralar Barca'da rekorlar ardı ardına patlıyo. Malaga maçıyla, daha önce 73/74 sezonunda kırılan 27 maçlık yenilmezlik serisi rekoru 28'e çıktı! Arada kaçırdığımız Betis maçıyla da bu rekorun daha fazla gelişme şansı kalmadı. Şimdilik tabii!
  • Racing maçının bitiş düdüğüyle beraber de ligde art arda kazanılan maç sayısı 14'e yükseldi ve böylelikle Rijkaard'ın 05/06 sezonundaki takımının rekoru egale oldu.
  • Bir rekor da Iniesta'dan geldi. İspanyol futbolcu, Racing maçında attığı golle bu sezonki gol sayısını 7'ye yükseltirken, Barca formasıyla şimdiye kadar bir sezonda attığı en yüksek gol sayısına ulaştı. Umarız bu sayı daha da artar.
  • İstatistikleri tutan arkadaşlar ofsayt rakamlarını her nedense sır gibi sakladığından ötürü bu maçta bildiğiniz çetele tuttum. Eğer kaçırmadıysam Barca'nın düştüğü ofsayt sayısı 4. Şimdilik sadece kayıt altına almak istedim. Yeterli veriye ulaştıktan sonra bu konuyla ilgili yazacaklarım olacak.
  • Bi ara, ceza sahası içinde, Messi'nin etrafında 6 Racingli oyuncu gördüm! Evet gördüm.
  • Not etmekte fayda var: Racing bu sezon, Deportivo'yla birlikte La Liga'nın en az (15) gol atan takımı. Bu rağmen 20 takımlı ligde 14. sıradalar. Malaga'ya kıyasla daha çok gol pozisyonuna girdiklerini de rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu vesileyle CM günlerimi yerli kontenjanına yaptığı katkılarla süsleyen Kennedy Bakircioglu'na da selam olsun. Anlayan anladı ;)
  • Maçın Joga Bonito ödülünü de Messi ve Busquets arasında paylaştırıyorum. Maçın 70. dakikasında, Racing'in her şeyi olan Rosenberg'in sakatlanmasının ardından, topu orta yuvarlağın üzerinde aralarında gezdirip çocuğun ayağa kalkmasını beklediler. Zaten 75'te de Rosenberg oyundan çıktı. Bu konuyu da daha sonra açıcam, bilginize.

Monday, January 17, 2011

Verne ile Uykudan Once #2


Ay. Yuvarlak, tombul, kirmizi ay. Kollarimdaki tuyleri urperterek esen ruzgarin kukreyisi. Yildizlardan yansiyan isigin senfonik cigligi. Hepsi pusuda bekleyen gereksinimimi tetikliyor. Sessiz, cit cikarmayan, icten ice kahkalar atan bir sozcu o. Son 5 ayi tiklayan her saniyede icimde bagirarak buyuyen gereksinimimin baskisiyla savasarak gecirdim. Ona besledigim bu aclikla artik cok daha guclu, cok daha dikkatli. Surunerek bir koseye kivrilmis o sinir tanimaz gucuyle tetikte bekliyor. Onu muhafaza edebilmek icin cok uzun, cok siki calismistim. Ve artik, duramayacak kadar kaptirdim kendimi. Spor cantami hazirliyorum: basketbol zamani.

Arabanin surucu koltugunda dogruldum, yerinde donen anahtarin sesini duydum. Iki elimle direksiyona sikica sarildim, eklem yerlerim iyice belirginlesmisti. Tekerlekler ve ruzgarin cikardigi ugultulardan baska hicbir ses olmadan spor salonuna dogru yol aldim. 4 ana courttan sadece 1 tanesi bostu. Basket topunu tekrar cembere gondermek. 5 aydir demeye dilimin varmadigi, alay edip gulen, tum acikligiyla gelen bir sey. Gereksinimim. Ilk atisim kisa dustu, sakatlik sonrasi normal. Devami eski gunlerdeki gibi. Ard arda gelen deliksiz isabetlerden sonra 3. courttakilerin gozleri bana dogru kaydi. Iclerindeki merak konusmak icin gozlerinden yuzlerine, sonra agizlarina dogru akti: "1 adama ihtiyacimiz var, katilir misin?".

Tum bunlari uzun zamandir biliyormuscasina, olacagini biliyormuscasina, direnmeden "tabii ki" dedim. Dahil edildigim takimda benim boylarimda 2 Hispanik, 2 tane de 1.80-1.85 civarinda Amerikali var. Oyuna bizim takim basliyor. Derin bir nefes aldim. Yavasca biraktim sonra ve bu duzenle birkac dakika devam ettim. Buz gibiydi solugum. Sadece bir omuz sakatligiydi canim, ve onun meyvesi olarak sahalardan ayri gecirilen 5 ay. Ama bu mac kusursuz olmaliydi. 11'de biter, 3'lukler 2'lik sayiliyor. 0-4 geriye dustuk. Hispanikler savunmada is yapiyorlar da hucumda silikler. Uzunlardan bir tanesi pick&roll oynamayi biliyor. Ben de NBA 2K11 ile son zamanlarda bayaa pratikli sayilirim. Ilkinde iceriye guzel devrildi, haneme bir asist yazdirdi. Ikincisinde perdeden yararlanip jump shot attim: 2-4. Adamimi kacirdim ve 3luk: 2-6. Topu Hispanik'e biraktim, bizim uzun adama yaklasip "screen koy" dedim. Biraz daha yumusakca, "anliyor musun?" diye tekrarladim. Basini salladi. (hadi yaklas, tamamdir, hispanik buraya bak, kurtuldum adamimdan, hadi olm, ooohh be). Ucluk yazdim: 4-6.

Artik icime cektigim havayi bogazimda hissedebiliyordum. Sans. Yine sans. Boyle gecelerde hep sansli olurdum. Maci 11-9 kazandigimizda haneme 6 sayi, 2 asist, 3 top calma yazdirmistim. Su sirasinda tebrikleri kontrol ettim, macla alakasi olmayan bir kiz yaklasip "bir takimda oynuyor musun? hem cok hizlisin hem de bilegin cok yumusak" dedi, takimdaki uzunlardan biri "turnuvada bizim takima katilsana" dedi. Oyle bir atmosfer vardi ki bir ara tribundeki kizlar memelerine imza atmam icin yanima gelecekler zannettim. 6-packli abiler sanki bodyguardim gibi cevremde bir cember yapmisti. Butun dugumlerim cozulmustu. Tatli bir rahatlama duygusu. Icindeki butun vanalarin acilmasi, o basincin artik kaybolmasi. Bitkin dusmustum, ama gereksinimin susmadi: bir mac daha. Yeni bir rakip takim, yeni bir mac. 11'de biter, artik 3'lukler de 1lik sayiliyor. Dakikalar ilerledikce sanki omuz kaslarimdaki dugumler artmaya basladi. Eski(!) sakatligimin beni koseye sikistirarak avlamaya calistiginin farkindaydim. Ic gecirdim, o "yeter artik" diye tisladi. SIMDI!

Ve yine o aci. Maci tamamlayamadim. Bir damla gozyasi akitabilirdim. Her sey o kadar guzeldi ki... Yumrugumu siktim. Omzumdaki sakatlik, 5 aydir kendisinden uzak durmaya calistigim dusmanim yine yanibasimda. Kukreyerek gelen koca bir dalganin sahile carpip geri cekilmeden once biraz daha kabarmasi gibi icimde buyuyen gereksinimime artik meydan okuyan ve onunla surekli savasacak bir sey var: sakatlik, nukseden sakatlik...
(to be continued)

Sunday, January 16, 2011

Entel misin nesin?



Formulize edemedigim, ama edilebilecegine inandigim bir hadise var. Ve beceremedigimden yardimina ihtiyacim var. Kafamda bir seyi de toparlayamadim, buraya ben dagitayim, belki bir akilli gelir toparlar...

Simdi bu enteller Facebook'ta sunlari paylasiyor: Erkan Ogur, Pink Floyd, Ortacgil, The Beatles, Vedat Sakman, Ella Fitzgerald... Liste uzar gider de, sozun ozu paylasilan hep muzikalitesi tartisilmayacak isimler.

Sonra bakiyoruz Top10'lara paylasilanlarla ilgisi olmayan; Gokhan Ozen, Serdar Ortac, Ebru Gundes, Gulben Ergen vs.

Simdi sana soruyorum ey mp3-calarinda Serdar, Candan, Gulben olan sevgili dostum. Tum gun bunlari dinliyorsan, neden Ella'yi paylasiyorsun? Yok onun daha iyi bir sey oldugunu anliyorsan, digerlerine nasil tahammul ediyorsun? Daha iyi oldugunu anlamiyorsan, neden bize anliyomus gibi yapmaya bu kadar meraklisin?

Millet 5-10 sene evvel Nur Cintay okur, ama Cetin Altan paylasirdi. Simdi Yilmaz Ozdil'le ortayi buldu, kimse komplekse girmiyor... "Ozdil'i okudun mu?" "Ay okumam mi, bayiliyorum ona!!!".

Simdi muzik konusunda da rahmetliler gunu kurtariyor. Herkes Kazim Koyuncu hastasi. Onu dinlemek, anlamak bir sey... Ben bu kadar Karadeniz muzigine ilgili oldugumuzu bilmezdim. Acaba kac kisi gun icinde paylasmaktan ote onu dinliyor? Ben dinleyemiyorum, sarkilarinin bazilari guzel, ama hic tarzim degil. Suna da sahit oldum "Kazim sever misin?" "Olm o adam hayattayken de ben onun hastasiydim". Yine yine 0-1 basliyorsun.

Baris Akarsu'nun ne kadar cok seveni varmis. Rahmetli Ezgi'nin Gunlugu'nun Leyla'sinin icine disina etmis (soyleyisinde problem yok, siradan bir vokal, ama muzik skandal), ama herkes bayiliyor onun yorumuna. Husnu Arkan sag oldugundan anlamiyorlar, bir 50 seneye kadar onu da anlarlar nasilsa...

Herkes baskasina daha olmadigi bir yuzunu gostermeye cabaliyor. Herkes digerinden iyi. Hep Sezar'in hakki Sezar'a. Kaliteden asla odun verilmiyor... Ama Hande Yener, Kutsi falan satis rakamlarinda rakipsiz...

Edit: Farkettim ki benim asil uyuz oldugum Top10'da kimin oldugu degil. Paylasilanlar. Misal, Frank Sinatra - My Way gorunce cildiriyorum. Bunu paylasmadaki amacin "bakin soyle de bir sey var" demek olamayacagina gore, "ben bunu dinliyorum" demek. Sen onu youtube'dan dinliyorsan zaten zavallisin! Iyi bir muzik dinleyicisinde zibil cesit versiyonu CD'lerde olan, sikca dinlenen bir sarkiyi dinledigini anons eden ENTELLER bana dokunan.

Edit2: FB'tan bir okuyucu istegi uzerine ben neyi paylasirima bir ornek: Tommy Emmanuel, cok bilinmeyen, benim de yeni tanistigim bir yetenek: http://www.youtube.com/watch?v=qQhECkexmSI

Edit3: Diger bir soruya cevap vereyim; ben Top10'dan hic bir sey dinlemiyor degilim. Mesela Sila'nin sesi cok guzel, kayitlari da tek kelimeyle muhtesem. Sadece sarkilarina biraz kafam takiliyor; soz olarak bos, muzik olarak siradan sarkilari var. Sesine ve studyodaki elemanlarin becerilerine biraz yazik oluyor.

Barcelona Günlükleri - Malaga

Bu sezon henüz hiçbir maçını kaçırmadığım, kaçırsam da tamamını indirip izlediğim üç takım var. Barcelona, ManU ve tabii ki de Beşiktaş. Son ikisi tamamen sempatizanlığımın ürünü. İlki ise gittikçe hayatımın en büyük aşkına dönüşmek üzere! Katalan çocuklardan çok şey öğrendim, öğrenmeye de devam ediyorum. Bugünden itibaren de -en azından bu sezon bitene dek- her maç sonrasında, o maçla ilgili gözlemlerimi sizlerle paylaşmayı bir görev biliyorum. Özellikle görev diyorum; çünkü kalan maçları Şota kardeşim gibi elimde not defterim ve kalemimle izlemeyi düşünüyorum. Abarttık di mi! :)
Notlarımıza biraz önce biten Malaga maçı ve önceki 18 maçtan aklımızda kalanlarla başlayalım:
  • La Liga'da 2010-2011 sezonunun ilkyarısı yarın akşam oynanacak maçla kapanıyo. Barcelona en yakın ve tek rakibi Real Madrid'in 4 puan önünde lider kapadı. Bunu da lig tarihinde iki yeni rekor kırarak yaptı. İlki topladıkları 52 puan, ikincisi ise attıkları 61 gol.
  • Dün fark ettim ki, Barcelona'nın o haftaki maçının gün ve saatini öğrenmek için fikstüre bakarken rakibinin kim olduğuna bakmıyorum. Başka söze gerek var mı?
  • Betis ve Deportivo maçlarında özellikle dikkatimi çekti: Babalar kornerleri paslaşarak kullanıyolar. Ama bu bizim bildiğimiz savunmanın dengesini bozmaya yönelik paslaşma değil. Bildiğin geri dönüp tekrardan oyun kurmaca. Bugünkü Malaga maçında biz dünyalıların bildiği gibi kullandılar çoğu köşe vuruşunu ama. Halihazırda tıkır tıkır işleyen bi sistem varken, uzun savunmalar karşısında risk almamak için böyle yapıyolar diye düşünüyorum. Başka fikri olan varsa ne olur üşenmesin, yazsın.
  • E aynı şey kale vuruşlarında ve geri paslarda da geçerli. Valdes mecbur kalmadığı müddetçe bizim degaj diye bildiğimiz o Maldonado hareketi yapmıyo. Futbolda anlam veremediğim birkaç kusurlu hareketten biridir bu. Zira çoğunlukla top kaybıyla sonuçlanır. Hatta durun, Buca maçında bunun istatistiğini tutiim ben. İşte şimdi çok abarttık, bir an önce toparlanıp kendime gelmem lazım. :)
En iyisi şimdilik bu kadar olsun. Geride kalan maçlara dair bu yazıda atladığım izlenimlerimi, bu konuda (aynı başlık üzerinden gidicez) sonraki yazılarımın arasına sıkıştırırım. E siz de halden anlarsınız canım...

A Little Porn, Paris Hilton


"Every woman should have four pets in her life. a mink in her closet, a jaguar in her garage, a tiger in her bed, and a jackass who pays for everything."

Akli dengesinden suphe edilen bir kadinin erkekler hakkinda yapmis oldugu harika bi cikarim bu. Bu kadin da Paris Hilton tabii ki. Turk ergeninin kendisiyle tanismasi kuskusuz "One Night in Paris" belgesel(!) filmiyle oldu. Heralde Google arama trendlerinde kendisi ile ilgili en cok arama yapilan 4. ulkenin Turkiye olmasi, daha ilginci 2. dilin Turkce olmasi "rastlanti yeaa" seklinde izah edilemez.

"One Night in Paris", Paris Hilton'un eski sevgilisi Rick Salomon'un amator kamerayla cekip haklarini Red Light District Video'ya sattigi 40 dk.lik amateur video. Bu kadar detayi nasil mi biliyorum? Imdb.com tabii ki. Belgeselin(!) imdb'de bayaa kunyesi olmakla beraber, 4.4 de rating almis. 2005 avn award (Porno sektorunun oscariymis): best overall marketing campaign odulunun de sahibi oldugunu not duseyim.

Konuyu farkinda olmadan fazla dagittim, toparliyorum. Paris Hilton porno dunyasina yeniden ayak atmis. Yeni eserinin adi "One Night in Paris: Back to the Basics" olacakmis. Yok yok, oyle degil. Yakin zamanda yayina girecek reality showu icin Paris Hilton dunyanin en buyuk porno produksiyon firmalarindan biri olan Digital Playground'u ziyaret ediyormus ve orada bi bolum cekmisler. Bakalim Hurriyet, Milliyet gibi kaliteli(!) haber kaynaklarimiza nasil yansiyacak bu goruntuler.

Bitirmeden once "One Night in Paris" dvdsi ile ilgili 1-2 musteri gorusunu de paylasmak istedim, sabah sabah tebessum etmekten yuzumdeki kirisikliklari belirginlestirdiler.

"expectations were high, resulting entertainment value was low. although, curiosity was satisfied."
"enjoyed the movie. the company took great care of me."

Saturday, January 15, 2011

Bill'in harita takıntısı

Bill Turianski adlı kardeşimiz kendisine ait web sitesinde enteresan çalışmalara imza atıyor. Onlardan bir tanesini sizinle de paylaşmak istedik: Avrupa liglerinde 2009-2010 sezonlarında oynadığı lig maçlarında -kendi evinde tabii ki de- 29,000 seyirci ortalamasının üstüne çıkan takımlar harita üzerinde sergileniyor.

İlk bakışta dikkatimi çekenler: Almanya'nın 16 takımla listenin tepesinde olması. Cahilliğime verin lütfen ama İngilizler'i (12) geçebileceklerinidüşünmemiştim. Ve tabii ki de Türkiye'den bir tek Fenerbahçe'nin (39,542) bu listeye girebilmiş olması. Stadyumların önemi bir kez daha ortaya çıkmış oluyor böylelikle. Bakalım GS de yeni stadıyla 2011-2012 listesine girebilecek mi. Darısı Beşiktaş'ımın başına...

Joga Bonito - Iniesta

Joga Bonito kendini yere atmamaktan ibaret değil tabii ki. O kendine her maçta başka bir vücut seçen bir ruh adeta. 18.12.2010 akşamı da Iniesta'yı seçmişti kendine; yoksa Iniesta mı onu seçmişti demeliyiz...

Hatırlayacaksınız, 2010 Dünya Kupası final maçında attığı golü, kalp krizi sonucu hayatını kaybeden arkadaşı, Espanyol takım kaptanı Daniel Jarque Gonzalez'e adamıştı. Geppetto babanın çocuklarına Barcelona-Espanyol rekabetinden ve her maçın nasıl bir atmosferde oynandığından bahsetmek haddime değil tabii ki. Ama bakın görün Iniesta o maçta oyundan çıkarken neler oluyor... Hem de Espanyol kalesinde tam 5 gol görmüşken!


Sen ne güzel bi insansın be Andres! Futbol seninle daha bi güzel.

d.i.v.o.r.c.e.

"I do want a child at some point. I feel like I need to fulfill the genetic paradigm, the destiny of it all"

demisti Ryan Reynolds, Scarlett Johansson ile Eylul 2008'de baslayan evliliginin akibeti hakkindaki bir soruya cevap verirken. Ilginctir, Amerikan basininin bu birliktelik icin ongordugu sure sadece 2 yildi. Ongoruler gercek oldu: Aralik 2010'da Ryan Reynolds Los Angeles'ta bosanma islemlerini baslatti (Scarlett'i Sandra Bullock ile aldattigi iddia ediliyor). Tony Parker'in eski takim arkadasi Brent Barry'nin karisi Erin Barry ile olan kacamagini aciga cikaran TMZ'de ikiliye ait soyle bi aciklama yayinlandi:

"After long and careful consideration on both our parts, we've decided to end our marriage. We entered our relationship with love and it's with love and kindness we leave it. While privacy isn't expected, it's certainly appreciated."

Parker-Longoria ayriliginda da benzer aciklamalar yapildigi icin sasirtici bir durum yok. Garipsedigim kisim Reynolds'in takip eden aciklamasi:

"Scarlett was the best part of my life, though having a family was a few years down the road."

Simdi bu adama Scarlett'i aldattigi icin laflar hazirlayanlar olacaktir, derin bi nefes alanlar cikacaktir, sanki simdi sanslari olacagini zanneden kimi bekarlarin yuzu gulmeye baslayacaktir. Ben sadece susuyorum.. yuzumde pis bi tebessumle.

Bir diger ayrilik haberinin oyunculari da maalesef Michael C. Hall ve Jennifer Carpenter oldu. Dexter'da abi-kiz kardesi, gercek hayatta kari-kocayi oynayan ikilinin yeni rolleri exhusband-exwife olacak. Yine TMZ haberine gore Michael C. Hall, Dexter'in 5. sezonu icin oyuncu kadrosuna dahil edilen Julia Stiles ile aldatmis Jennifer Carpenter'i. Dexter vesilesiyle Michael C. Hall'i artik ailemden bi birey olarak gordugum icin kirildim kendisine. Su 2 haberin kesisim kumesindeki veri de ilginc: zemin musaitse erkek aldatiyor arkadas.

Thursday, January 13, 2011

Bingo Night


TGI Fridays'in barinda konuslanmis atistiriyordum. Barmen tarafindan Bingo'ya dahil edildim - kartin beles olmasi rahatsiz etmedi. "Bingoo!!" diye bagirdigimda mi yoksa cok daha onceden mi gozune kestirmisti bilmiyorum. Bedava kokteyl karti elime tutusturuldugunda yanimdaydi. Adini sordugumda agzindan cikan harfleri umursamadim bile. Bira ismarlamak istedi. Mudslide martini ve margarita siparis ettim. Ikinci kadehler bingodandi. Devami sisli, hatirlamiyorum. "Artik eve gidip yatmam gerekiyor, hastayim" dedim, "iyi geceler". "Bana gidelim, sana sicak bir seyler hazirlarim" dedi. Dairesine girisimiz, turunu bilmedigim 2 kopegiyle oynasmamiz, kara kalem cizimlerini bana gostermesi hayal meyal aklimda. Yatagina dogru adim adim nasil ilerledigimiz de. Kazagimi cikardiginda irkildim, soguktu. Tek parca elbisesini cikardigimda onun da usudugunu farkettim. Birkac saniye hareket etmedik. "Birsey soylemem gerekiyor.. Ben vaginismusum" dedi. Anal alternatifinden bahsederken gri renkli polar kapsonlumu coktan sirtima gecirmis, atkimi baglamistim bile. "En azindan beraber uyuyalim, yarin sabah dersim yok" dedi. Ve birseyler daha... Arabamin surucu koltuguna devrildigimde bi suredir nefesimi tuttugumu farkettim. Direksiyonu ana yola dogru kirdigimda dairesinin isiklari kapanmisti. Televizyonun renkli isiklari kapali kepenklerde cirpiniyordu. Yolumu bulabilip daireme adim attigimda gun agarmaya baslamisti bile.

Sunday, January 9, 2011

Büyüksün Kaptan

Kaç kişiye nasip olur bilinmez ama Xavi Hernandez 2 Ocak tarihinde oynanan Levante maçıyla kırılması güç bir rekoru egale etti. Barcelona formasıyla çıktığı 549. maçtı bu Xavi'nin. Rekor bundan önce 1973-1989 yılları arasında forma giyen Miguel Bernardo Bianquetti (kısaca Migueli) 'ye aitti. Altını çizmekte fayda var: Migueli emekli olduğunda 38 yaşında idi, Xavi ise henüz 30 yaşında. Yani bir aksilik olmazsa bu sayıyı daha yukarılara taşıyacağını söylemek zor değil. Şimdi gelin bir insan nasıl onore edilir beraber izleyelim.

Uçur Bizi be Başkan!

Dünkü maçın sonu bizler için hazin oldu. Elendiğimiz Eurocup'taki çoğu maçın bir benzeri yaşandı sanki. Maçın sonlarına sayı avantajıyla girmemize rağmen yine tutunamadık ve Efes farkı kapatıp maçı uzatmaya taşıdı. İşte ben o dakikada TV'yi kapadım sevgili dostlar. Çünkü kazansak da kaybetsek de anlaşılan oydu ki, kendi adıma yarı-final hedefiyle başladığım sezonda play-off oynamaya şükredicektim.

Son Asvel maçından sonra BJK basketbol takımının maçlarını izlemeyi bırakmıştım. Fakat Ergin Ataman'ın da gelişiyle dün yine bir heyecanla oturdum maçın başına. Sezon başından bu yana rotasyonda olan 3 oyuncu sakatlıkları nedeniyle sahada yoktular. Fakat maç süregiderken ümitlendik, "Neden olmasın?" dedirttiler bize. Gelgelelim yine felaket bir son çeyrek, felaket bir son 3-5 dakika. Burak hocanın Chatman'ı neden kadro dışı bıraktığını da anlamak zor değil. Kafası başka, bambaşka yerlerde o çocuğun. Uzatmaların sonunda yaptığı kabul edilemez hareket de bunun habercisi.


E hal böyle olunca, bizim için tek güzelgelişme Iverson'ın oynadığı oyun oldu. Onu izlemek gerçekten çok keyifli. Geldiğinden bu yana en verimli ve en olgun oyununu oynadığını düşünüyorum. Ama işte o son dakikalar yok mu, al süpürgeyi eline, yap sihrini ve uçur bizi be başkan! Daha ne diim...

P.S. Bu arada Philadelphia Magazine AI'ın İstanbul'daki yaşantısına dair magazinel bir makale yayımladı. Meraklısına duyurulur.

Friday, January 7, 2011

Ulkemiz Alkol Tehdidinden(!) Kurtuldu



Evet, uzun süredir konusulan yonetmelik bugun Resmi Gazete'de yayinlanmis. Efes Pilsen, yoluna Pilsen'siz devam etmek zorunda kalacak. Genclerimiz Efes Pilsen basari kazandikca dustukleri alkol batagindan bu sekilde kurtulmus olacak! Ne guzel degil mi?

Bu olaydaki sacmaligi bir kenara birakarak kendi mantigi icinde degerlendirmeye calisiyorum. Tamam, alkol tutun vs;. devlet bunlari zararli aliskanlik olarak goruyor ve bu urunlerin kullanimini arttirma potansiyeli olan reklam vs. her türlü faaliyete kisitlama getirmeye calisiyor. Ve diyelim ki bu yonetmelik de bu amaca yardimci oluyor. Peki, sporla arasinda reklam, takim adi vs. disinda hic bir organik bagi olmayan ve olamayacak olan alkol bu muameleye maruz kalirken, kanimca sporu somuren, kemiren, sporun uzerinden gecinen, sporla %100 organik bagi olan, sporsuz yasayamayacak olan "bahis" icin ne yapiliyor? Bahis sitelerinin sponsorlugunda hazirlanan radyo ve televizyon programlari, sirf bahis tahminleri için çıkarılan gazete ekleri, maç tahminlerinin bahis terminolojisi ile yapılmasi genclerimiz icin nasil bir fayda arz ediyor, anlayabilmis degilim.

Galiba amac yine uzum yemek degil, bagciyi dovmek olsa gerek...

(Yazisini burada yayinlamama izin veren Basar Daldal'a tesekkur ederim.)