Friday, January 28, 2011

Hadi Baba Gene Yap


Research için hastaneye gidiyorum. Hava yağmurlu. Arabamda müzik eşliğinde giderken babam düşüyor aklıma. Onca yıldan sonra hala arabasıyla işe giden babam. Ona benzediğim için mutlu oluyorum.

Babamın nasıl bir çalişmak öğrettiğini düşünüyorum, (anamın kanımca sivri zekasına girmiyorum, konu babam). Hiç şikayet etmeden, it gibi çalışmaktan başka bir şey bilmediğimi. Ama hepsinin bir hırs değil, akşam maç izlerken patates kızartması ile buz gibi bira uğruna olduğunu...

Sonra arabamı hastaneden kampüse sürerken, babamın da 8 saat ileride aynı anda, işe sürdüğünü düşünüyorum. Kimseye muhtaç olmadan. Borç-harç, ama katakullisiz, bahşişsiz, mirassız, babaparasız... Ve hep dolu kafayla...

Sonra eskiye gidiyorum; "Kabataş iskelesinden vapura binerdik" diye anlatırken (ki pek anlatmaz eskileri - bizde kendini anlatmak gereksizdir) içimden "ulan İstanbul çocuğu, cennet gibi hayat yaşamis, sonra sokmuş beni bu taşra memleketine" diye düşündüğümü hatırlıyorum... Ailede tek taşralı kaldığımdan olsa gerek, "büyük şehirde ilk gecemiz"i bir rituele dönüştürmemle alay edilmesini...

Ancak "büyük şehirde ilk gecemiz"den sonra (yine azıcık, yine zorla) anlattıklarını düsünüyorum, taşraya neden gittiğini... Gözleri dolarak "iş yapmalı, para kazanmalıydım, taşraya giderken bir tek valizimden başka bir şeyim yoktu cocuğum" deyişi, sonra o zararsız (yer yer komik) siniriyle "İstanbul'da kalıp eşe dosta iş yapıp, aç mı kalsaydım?" deyişi geçiyor gözümün önünden. Ekmeğin neredeyse evin orada felsefesi...

Şimdilerde 8 saat önde sürüyor olsa da arabasını, bir valizle taşra yolu tutması benden hemen hemen 30 sene önde diye düsünürken yağmur hızlanıyor. Kendimin de bir valizle dunyanın öbür ucuna geldiğini hatırlıyorum. Aynı babam gibi! Gururlanıyorum. Yağmurun da verdiği hazla gözlerim doluyor...

"Ameriga'ya nasıl para yolluyorsun" diye soranları anlattı geçen tatilde buluştuğumuzda, tebessüm ettik. İlk duyduğunda içinden meşhur "hasbinallah"ını çekmiştir diye düşündüm. Bir süre yorum yapmadık. Duramadı, "Oğlum işte insanlar..." diye yukseldi o komik siniriyle, kaldı bir süre, "yani biliyorsun işte!" ile noktasını koydu, yine tebessüm ettik. "Ne okuyordu senin oğlan" benim daha çok hoşuma gitti, "demek hala genç gösteriyorum" dedim. Güldük, kadehleri tokuşturduk...

No comments: